Arşiv

'Gazetecileri içeride tutup, dolandırıcılık gibi suçlarda indirim yapmak adaletsizlik ve vicdansızlık'

'Gazetecileri içeride tutup, dolandırıcılık gibi suçlarda indirim yapmak adaletsizlik ve vicdansızlık'
Necmi ŞAHİN
TÜKENMEZ HABER- Yaptıkları haberler ya da sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezaevine konan gazetecilerin koronavirüs salgını nedeniyle şimdi de yaşam hakları tehdit altında. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın güncel verilerine göre, Türkiye’de 86 gazeteci cezaevinde. Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği Eş Direktörü Avukat Veysel Ok Türkiye’de cezaevleri ile yolu kesişen birçok gazetecinin avukatlığını yapıyor. Tükenmez Haber’e konuşan Veysel Ok, koronavirüs tehlikesi altında cezaevlerindeki duruma dikkat çekerek şöyle diyor: “Dışarıda olmasına rağmen koronavirüse yakalanan insanlar sağlık haklarına rahat ulaşamazken, test yaptıramıyorken cezaevlerinde bulunan insanların durumunu düşünmek gerekiyor. Onlar hiçbir şekilde hastaneye ulaşamıyor veya test yaptıramıyorlar. Türkiye’deki solunum cihazları sayılı sayıda. Cezaevlerinde solunum cihazı yok, sosyal mesafe yok, hijyen yok, sabun yok, kolonya yok. Bu anlamda iktidarın kini veya ayrımcılığı bir kenara bırakıp gerekenleri yapması lazım. Aksi halde bütün bir sorumluluk iktidara aittir.” Türkiye’deki cezaevlerinin normal koşullarda bile sağlıklı şartlara sahip olmadığını belirten Ok, "Koronavirüs salgınıyla birlikte bu koşullar daha da zorlaşmış vaziyette” diyor.

‘TUTUKLU GAZETECİLER İÇİN YAPTIĞIMIZ BAŞVURU REDDEDİLDİ’

Koronavirüs salgını nedeniyle cezaevlerindeki gazeteciler için tahliye başvurusunda bulunduklarını ifade eden Veysel Ok, “Tutuklu bulunan gazeteciler adına başvurular yaptık. Ziya Ataman, Nedim Türfent, Aziz Oruç, Rawin Sterk için tahliye başvurusunda bulunduk. Başvurumuzda koronavirüs salgını da gerekçe gösterdik, ancak ret cevabı aldık” dedi. Avukat Ok, Tahliye başvurusunun reddedilmesini üzerine konuyu Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürdüklerini söyledi: “Ziya Ataman’ın sağlık sorunu bulunduğu için AYM’ye tedbir başvurusunda bulunduk. Ve sağlık sorunları nedeniyle risk altında olduğunu ve bu süreci cezaevinde geçiremeyeceğini belirttik. Bu başvuru için de olumsuz bir yanıt alırsak AİHM’e götüreceğiz. Ziya Ataman ile ilgili olumsuz bir sonuçla karşılaşırsak, ret kararı veren ilk derece hakimden AYM üyesine siyasi iktidara kadar herkes bu işin sorumluluğunu paylaşmak zorunda.”

‘CİDDİ BİR ADALETSİZLİK VE AYNI ZAMANDA CİDDİ BİR VİCDANSIZLIK’

Veysel Ok, infaz yasası ile birlikte adli mahkumların infaz süresinde indirime gidilmesi, ancak siyasi tutuklu ve hükümlülerin kapsam dışında bırakılmasına ilişkin ise “Af kavramına mesafeli yaklaşıyorum ve bu tabii ki tartışılabilir. Ülkeler belirli toplumsal olaylardan sonra uzlaşı aradığında ‘genel af’ çıkarılar. Bu birçok ülkenin hukuk tarihinde mevcuttur. Ama böyle bir affı çıkartırken ayrım gözetmezler. Tam aksine genel aflar siyasi mahpusların tahliye edilmesi için çıkartılır. Yaptıkları haberlerden, konuşmalardan attıkları tweetlerden tutuklanan gazetecilerin serbest bırakılmayıp hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlarda infaz indirimi yapılması ciddi bir adaletsizlik ve aynı zamanda ciddi bir vicdansızlık” değerlendirmesinde bulunuyor.

‘AİHM, TERÖR TANIMI İÇİN ŞİDDETİ KISTAS ALIYOR, TÜRKİYE BUNU DİKKATE ALMIYOR’

Türkiye’de gazetecilerin, hak savunucularının, siyasetçilerin cezaevlerinde ‘terör suçluları’ kapsamına alınmasını Türkiye’de hukuken bir ‘terör’ tanımı olmamasına bağlayan Ok, “Zaten bütün çelişkiler, tartışmalar buradan başlıyor. Türkiye’de ‘terör’ tanımı yok, ‘terör suçluları’ diye ifade ediliyor. Bununla ne kast edildiğini ben anlamıyorum. ‘Terörle Mücadele Kanununa Muhalefet’ mi veya Türk Ceza Kanunundaki Anayasal Suçları ihlalden mi, devlete karşı işlenen suçlar mı, casusluk suçu  mu… Dolayısıyla ‘terör suçluları’ muğlak bir tanım. Burada AİHM’in yarattığı hukuka, içtihatlara bakıyoruz. AİHM de ‘şiddet’ kıstasının altını çiziyor. Türkiye’de tam aksine bir uygulama var, şiddet uygulaması dikkate alınmıyor. İktidarı eleştiren insanlar terörist suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Bu anlamda Türkiye bağlı olduğu hukuka uymuyor. Bir ‘terör’ tanımı ortaya koyamıyor” dedi. Türkiye’de ‘terör suçlusu’ olarak yargılanan gazetecilerin, siyasetçilerin, hak savunucularının AİHM tarafından aklandığını hatırlatan Ok, “Cumhuriyet gazetesi çalışanlarından Mehmet Altan’a Osman Kavala’dan Demirtaş’a hepsi aklandı. AİHM hepsinin ifade özgürlüğünü kullandığını ifade etti. Dolayısıyla Türkiye’nin terörist dediği insanları uluslararası mahkemeler ‘hayır bunlar terörist değiller, ifade özgürlüğü hakkını kullandılar’ diye aklıyor” şeklinde konuştu.

‘AİHM KARARLARINI UYGULAMAYAN TÜRKİYE’YE SİYASİ MENFAATLER NEDENİYLE YAPTIRIM UYGULANMIYOR’

Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle yaptırımlara karşılaşıp karşılaşmayacağını sorduğumuz Veysel Ok şu yanıtı veriyor: "Teknik olarak yaptırım olabilir. Hem anayasamızın 90. Maddesi hem de AİHM’in protokollerine göre, Türkiye AİHM kararlarını uygulamak zorunda. Eğer uygulamazsa Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’ye yaptırım uygulayabilir. Ama şimdiye kadar Türkiye aleyhine bu uygulanmadı. Çünkü Avrupa’da da sistemsel bir sorun var. Siyasi menfaatler nedeniyle Türkiye’ye bu konuda bir yaptırım maalesef oluşmuyor."

'BAZI YARGIÇLAR AİHM İÇTİHATLARINI RAKİP OLARAK GÖRÜYOR'

Veysel Ok, Türkiye’deki bazı savcı ve hakimler tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini veya AİHM içtihatlarının ‘hukuk’ olarak görülmediğini, aksine ‘bir rakip alan’ olarak görüldüğüne dikkat çekiyor: “Deniz Yücel’in sorgusunda ben Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine ve içtihatlarına atıfta bulunarak savunma yapmıştım. Savcı bana ‘Avukat bey, hukuktan bahsedin’ demişti. Ben de ‘Savcı bey, ben veterinerlikten bahsetmiyorum’ demiştim. Dolayısıyla bazı yargıçların gözünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya AİHM içtihatları ‘hukuk’ olarak görülmüyor. Bir rakip alan olarak görülüyor. Dikkate alınmıyor, küçümseniyor. Ahmet Altan, Deniz Yücel veya başka birçok gazetecinin duruşmasında maalesef buna benzer birçok vakayla karşılaştım. Evrensel hukuku bir şekilde dışlamak, düşmanlaştırmak gibi bir durum söz konusu.”

‘DÜZENLEME SİYASİ MAHPUSLARIN ÖLÜM CEZASIYLA KARŞI KARŞIYA KALMASI ANLAMINA GELİYOR’

Salgın döneminde Batman Belediyesi ve diğer belediyelere kayyım atandığını hatırlata Avukat Ok, siyasi tutuklu ve hükümlülerin infaz düzenlemesi dışında bırakılmasını “Bu da kesinlikle siyasi mahpusların ölüm cezasıyla karşı karşıya kalması anlamına geliyor maalesef. Belki şok edici bir cümle ama durum bu” değerlendirmesinde bulundu.

'CEZAEVLERİNDE NORMAL KOŞULLARDA BİLE DOKTORA ULAŞMAK HAFTALAR SÜRÜYOR'

Yapılan ‘evde kal’ çağrılarını hatırlan Ok, “Evde kalın diye kampanya yapılıyor. Hijyen koşullarına uyulması isteniyor ama cezaevleri 300 bine yakın insanın kaldığı yerler. Cezaevleri kapasitesini aşmış durumda. Hijyen malzemelerine ulaşma imkanı yok. Normal koşullarda bile doktora ulaşmaları haftalar alıyorken şu anda koronavirüs riski altında bu süreç daha da riskli bir hale geliyor. Çünkü Türkiye’deki cezaevleri normal koşullarda bile sağlıklı şartlara sahip değil. Koronavirüs salgınıyla birlikte bu koşullar daha da zorlaşmış vaziyette” ifadelerini kullandı.

'150 BİN TUTUKLU YASAYA İHTİYAÇ OLMADAN BIRAKILABİLİR'

Hükümlülerden önce en az 150 bin tutuklunun direkt serbest bırakılması gerektiğini söyleyen Ok,  bunun için yasaya ihtiyaç olmadığını, hakimlerin yetkisini kullanarak tutukları serbest bırakabileceğini belirtti.
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.