Köşe Yazıları

Bir zamanlar ‘Adalet Bakanı’ olarak ben!

Bir zamanlar ‘Adalet Bakanı’ olarak ben!
ADNAN EKİNCİ

Ayhan Aktar, K24’teki yazısında Bulgar yazar Georgi Gospodinov’un Zaman Sığınağı adlı distopik romanına dikkat çekmiş. Romanın kahramanı olan geriatri uzmanı Dr. Gaustine, Alzheimer ve demans sorunu yaşayan hastalara yönelik olarak kliniğin bir bölümünü nostaljik obje ve eşyalarla düzenliyor. Bölüme gelen hastalar kendilerini çok güvende hisseder, çocukluk veya gençlik dönemlerinin güvenli dünyası içinde çok mutlu olurlar. Dr. Gaustine’nin kurduğu bu “zaman sığınakları” ülke genelinde yaygınlaşır ve zamanla iş modeline dönüşerek Avrupa’nın birçok ülkesinde benzer kliniklerin kurulmasına neden olur. Sokaklarda milli kıyafetleri ile gezinen insanlar çoğalır ve bir dizi fantastik olayın gelişmesine neden olur. Geçmiş, dünyayı fethetmeye başlar ve bir salgın haline gelir.  Bulgaristan’da yeni bir kazanç kapısı ortaya çıkarmıştır. At sütü (kımız), haşlanmış bulgur ve pastırma servisi yapan yeni lokantalar açılır. Sosyalist kahraman Dimitrov’un mumyasını kullanarak devrimci hissiyatı tetiklemek üzere gösteriler düzenleyen şirketler ortaya çıkar. Miting ve devrimci gösteriler için figüran temin eden şirketler de iyi para kazanmaktadır.  Hikaye çok tanıdık geliyor. Bizim “yerli ve milli” TV dizilerinde de bu tür geçmişe özlem güzellemelerinden bolca var. Ayhan Aktar, “Hürrem Sultan Yüzüğü” örneğini vererek “Kapalıçarşı’da yürürken bir takı dükkânının vitrininde ‘Hürrem yüzüğü gelmiştir’ ilanını görüyorsunuz. Düşündüğünüzde, bu yüzüğün Muhteşem Yüzyıl dizisinde Hürrem Sultan rolünü oynayan artistin taktığı yüzüğün kopyası olduğunu anlıyorsunuz. Bir gazete haberinden yüzüğün 1 milyondan fazla sattığını öğreniyoruz” bu benzerliği somutlaştırıyor. Payitaht Abdülhamit dizisinde İngiliz elçisine iki tokat çakan Sultan II. Abdülhamit’i oynayan oyuncunun giydiği kıyafetler de, Gospodinov’un Bulgaristan üzerinden kurgusal olarak anlattığı gibi Türkiye’de ticari meta haline gelebiliyor. Ayhan Aktar, “Çok fazla uzağa gitmeğe gerek yok, ülkemizde seçmenlerin yaklaşık yüzde otuzu Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını bir ‘asr-ı saadet’ dönemi olarak kabul etmiş durumdalar” diyerek, Atatürk’e benzediği için milli bayramlarda çok aranan tiyatro sanatçısı Göksel Kaya'ya karşı vatandaşların gözyaşı içinde gösterdiği ilgiyi ve sabahları ilkokullarda yüksek sesle söylenen ‘andımız’ın kaldırılmasına karar verilmesinden sonra, yaşlı başlı amcaların ilkokul forması giyerek, hep bir ağızdan andımızı okumalarını örnek gösteriyor.

***

Türkiye’de yaşanılan örneklerin sosyolojik açıklaması olmalı. Mesela, Cumhuriyet projesinin sağladığı nimetlerin toplum geneli tarafından hala tam olarak anlaşılmamış olduğunun işaretleri olarak görülebilir mi? Onu bilmem ama, son yirmi yılda siyasal, sosyal ve kültürel düzeydeki yaşanmışlıkların, önemli bir kesim için artık tahammül edilmez hale geldiği ortada.  Bu bunalmışlık hali bazı insanlarda zihnin kendiliğinden harekete geçmesine neden olabilir. Acil durumlarda kullanılacak yangın alarmı gibi, toplumsal bilinçaltının da bazen maziye dönüş düğmelerine basması doğaldır.

***

Arşiv: Mustafa Güneri İtiraf etmeliyim ki cumhuriyetin “kuruluş” dönemi içindeki 1925-1935 aralığı benim için, bu anlamda rezerv bir alan olabilir. Modern devletin inşasına yönelik hukuksal bağlamda büyük adımlarının atıldığı bu sürecin içinde, bizzat ben de olmak isterdim. Hele hele, TBMM’de 1924 yılında kabul edilen Ceza Muhakemeleri Kanunu ve 1926 yılında yürürlüğe giren  Türk Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Ticaret Kanunu için yapılan çalışmaların içinde olmak, sanırım bahtiyarlık vesilesi olurdu. Aslında o dönemin Adalet Bakanı ben olsam, hiç fena olmazdı. Böylelikle, yeni bir ulus oluşumunda eşik olacak bu majör kanunların yapımına nezaret etmekle kalmazdım. Kanunlar kadar, belki de daha fazla önemli olan “hukukun toplumsallaşması” projemi hayata geçirme fırsatı bulurdum. Mesela, bir fırsatını bulup Başbakan İsmet İnönü’nün kulağına eğilerek düşüncemi aktarmaya çalışırdım. İsmet Paşa, “Ne diyorsun anlamıyorum, diğer tarafıma geç, sağlam kulağıma söyle!” derse, sağ tarafına geçer “Efendim diyordum ki, Batı medeniyetinin en ileri kanunlarını almakla kalmayalım, 7’den 77’ye herkes de ortalama düzeyde hukuk bilincinin oluşmasını da sağlayalım!” diye özetlerdim. Başbakan İnönü de, “Hay ağzına sağlık!” diyerek boynuma sarılırdı. Alnımdan öperken çekilmiş fotoğrafımız ertesi gün Ulus Gazetesi’nin birinci sayfasında yer alırdı. Aslında fırsatını bulmuşken, kafamdaki başka bir projeyi daha söylemeyi düşündüm: “Muhterem Paşa Hazretleri, affınıza sığınarak, partimizin altı okuna ilaveten ‘Hukuk Devleti’ prensibini de eklememiz son derece isabetli olacaktır” diyecektim, ama çekindim, haddimi aşmaktan korktum. “Fazla ileri gitme, önce şu projene başla!” diye tersleyebilirdi.  Sonrasında, dönemin Maarif Vekili ile baş başa verir, günlerce süren görüşmeler sonunda iki bakanlık arasında ortak bir komisyon kurardık. Komisyonda bizzat kendim de yer alırdım. Çalışmalara ilkokul birinci sınıftan başlardık. Okuma fişlerini ellerimle hazırlardım: “Ali fikrini söyle, Ayşe arkadaşının konuşmasını bitirmesini bekle, Mehmet hakkına sahip çık, Fatma başkasının hakkına saygı göster…” Hayat Bilgisi dersi içine de hukuk bilgicikleri serpiştirirdik. İlköğretimin ileri sınıflarında hukukun temel ilkelerini klişe tanımlarla değil, bir oyun içinde şekillendirerek, kavramlarla sarmaş dolaş olmalarını sağlardık. Hukuku eğlenceli hale getirme çalışmalarını ortaokul ve lise müfredatında da sürdürürdük.  Hayatın içindeki hukukun farkında olmak, çocukların zihin dünyalarında bambaşka ufuklar açardı. Çocuklarda biat etme değil, itiraz etme kültürü gelişir, daha o yaşlarda düşüncelerini özgürce ifade etmeye başlarlardı. Büyüyüp devlet adamı, bürokrat veya memur olduklarında düşünsel kıpırtılardan rahatsız olmaz, emniyet ve adli mekanizmayı harekete geçirmek için bahane aramazlardı. Suç oranlarında önemli düşme ve erkek şiddetinde gözle görülür azalma olur, gösteri ve konser yasaklamak tedbir uygulamaları içinde yer almazdı.

***

Eğer, benim “yeni nesillerde hukuk bilinci oluşturma ve onu yükseltme’ fantezi projem, tarihimizin herhangi bir döneminde başlatılsaydı, bugüne yansıyan toplumsal etkileri ne olurdu acaba? 1925-1935 yıllarında altyapısı oluşturulsaydı, Adnan Menderes kuşağından sonra gelen siyasetçilerin hemen hepsi bu tedrisattan geçeceği için, 1960 değilse de belki 12 Mart süreci heyulaya dönüşmeden demokratik çözümlerle aşılabilirdi.  68 kuşağının siyasi aktörleri hukuksal açıdan daha donanımlı olsalardı büyük hüsran yaşanmazdı belki, 78 kuşağı da şiddetli bir savrulmanın içine hiç girmezdi, kim bilir… Geç kalınmış olsa da “Hukukun Toplumsallaşması” hedefli bir proje hala elzem ve hayati olma özelliğini koruyor.

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.