Haberler

Cezası onanan gazetecilere bir uyarı: Kurumsal keyfilik değilse nedir?

Cezası onanan gazetecilere bir uyarı: Kurumsal keyfilik değilse nedir?

Teslim olduğum gün ya da ertesi gün yapılabilecek bu işlemler için özgürlüğümden, hayatımdan 43 gün çalınması gerekiyormuş

Birkaç saat içinde sona ermesi gereken ve sadece hukuki formalite gereği gerçekleştirilen bir tutukluluk 43 gün sürebilir mi?

Bu sorunun cevabına ancak tüm yaşadıklarımı anlattıktan sonra karar vermek daha doğru olacak.

15 Temmuz Kanlı Darbe girişimden sonra 30 Ağustos 2016’da FETÖ/PDY medya yapılanması kapsamında başlatılan soruşturmada gözaltına alındım ve 3 Eylül’de “örgüt üyesi olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla (TCK 220/7) tutuklandım.

Tutuklanmama gerekçe olan “delil”lerse, 5-6 adet köşe yazısı; bu yazılardan bölümler paylaştığım sıralı twitlerdi.

Tutuklanmamdan 5.5 ay sonra hazırlanan iddianamede ise daha az delille bu kez terör örgütü üyesi (TCK 314/2) olmakla suçlandım.

İlk duruşmada tahliye

Nihayet tutuklandıktan 7 ay sonra hakim karşısına çıktım. Elle yazdığım 103 sayfalık savunmamadan sonra mahkeme savcısı, suç vasfının değişebileceği gerekçesiyle tahliyemi istedi. Mahkeme heyeti savcının bu isteğine uydu ve 31 Mart 2017’de tahliye edildim.

Teoride edildim ama pratik dünya hukuk tarihine geçen bir skandal oldu.

Biz hapishaneye varmadan tahliyeleri durduran süreç sosyal medyada başlamış ve savcılık da durumdan vazife çıkarmıştı. Sonuç, o gece tahliye olamadık.

Neden mi?

Tutukluyken boş durmamışım!

Tutuklu bulunduğumuz 7 ay içinde benim örgüt üyeliğime dair delil bulamayanlar, bu kez darbe girişiminde bulunduğuma dair deliller ortaya çıkarmış olmalı ki, anayasal düzeni şiddet ve cebir kullanarak değiştirmek (TCK 309) ve hükümeti ortadan kaldırmak (TCK 311) iddiasıyla yeni bir soruşturma açıldı o gece yarısı. Saat 00:50 idi.

Yeni açılan soruşturmayla bu kez, iki kez ağırlaştırılmış müebbetim isteniyordu.

1 Nisan’ın ilk saatlerinde “1 Nisan Şakası”na uygun biçimde cezaevinden resmi çıkış yapılarak tahliye edildim. Ama bizi ailelerimize götüreceğini hayal ettiğimiz beyaz minibüs, bizi bekleyen çevik kuvvet polislerine teslim etti. Ve ikinci gözaltı süreci başladı. 14 gün gözaltı sonrası savcı sorgusu olmadan hızlandırılmış mahkeme ile yeniden tutuklama.

3 gece Metris Cezaevi, sonra 17 Nisan öğleden sonra yeniden Silivri 9 No’lu Cezaevi.

‘Suç vasfı değişebilir’

Sonuçta yargılandığım iki dava birleşti. 24 Ekim 2017’de mahkeme savcısı yeniden “suç vasfının değişebileceği” gerekçesiyle tahliyemi istedi. Ve tahliye oldum.

Dava 8 Mart 2018’de de sona erdi.

Sonuç, 1,5 yıl önce tutuklanmama gerekçe olan; “örgüt üyesi olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım” (TCK 220/7) suçlamasıyla 2 yıl 1 ay ceza aldım. Cezanın gerekçesi ise 3 köşe yazısında “Cumhurbaşkanını sert eleştirmek” ve “kamu görevlilerinin görevlerini yapmalarına engel olmak”tı.

Hakkımda açılan terör örgütü üyeliği (TCK 314/2) iki kez ağırlaştırılmış müebbet istenen (TCK 309. ve 311) davalarından ise beraat etmiştim.

2 yıl 1 ay eşittir 13 ay mı?

Yerel mahkemenin verdiği karara yaptığımız itiraz üst mahkeme olan İstinaf Mahkemesi tarafından 24 Ekim 2018’de reddedilince karar onanmış oldu. Ama bir farkla.

Yerel mahkeme 2 yıl 1 ay (toplam 25 ay) ceza vermişti. İstinaf Mahkemesi ise cezamı 1 yıl 13 ay olarak düzeltmişti. Şimdi “Ne fark var? İkisi de 25 ay diyorsunuz.” Haklısınız, ben de öyle dedim ama farkı 5 gün indirimmiş.

İstinaf Mahkemesi’nin verdiği karar ile hakkımdaki hüküm onanmış oldu.

Alacaklı olmama rağmen tutuklandım

Aldığım cezayı (755 gün) “terör suçu” bağlamında ele alıp infaz kanununu en yasakçı yorumuna göre ¼’nü (188 gün) “şartlı tahliye” hükümleri kapsamında indirdiğimizde geriye 567 gün kalıyordu. (755-188=567 gün)

Yine infaz kanununa (Madde 105/A) göre şartlı tahliyesine bir yıldan az kalanların önce açık cezaevine çıkma sonra da denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilebileceklerini hükme bağlanmıştır (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5275.pdf).

Bu hükmün uygulanmaması ancak hukuki dayanağı güçlü olan gerekçelerle mümkündür.

Benim aldığım ceza istinaf mahkemesinde onaylandığında, tutuklu olduğum süre (14 ay yani 419 gün) göz önüne alındığında, otomatik olarak denetimli serbestlik hükümlerinden yararlanma hakkına sahibim.

Yani şartlı tahliye indiriminden sonra kalan 567 (755-188 gün) günden bir yılı yani 365 günü düştüğümüzde geriye 202 (567-365) gün kalmaktadır. Bunun anlamı tutukluluğumun 202. gününü takip eden günlerle birlikte denetimli serbestlik kapsamında olduğum yani tutuklanmamam gerektiğiydi.

Çünkü 419 tutuklu gün kalmıştım. Aslında 217 (419-202) gün alacaklıydım.

Evime yapılan tebligat sonrasında teslim olmadan önce avukatlarla yaptığımız istişare de bu “hukuki gerçeklere ve gerekçelere” dayanıyordu. Onların kısa sürede tahliye olursun yorumlarının, keza benim tutuklanmamın prosedürel olduğu yönündeki düşüncemin kaynağı da bu hukuki gerçeklerdi.

Bu şartlarda infaz yasası gereği “denetimli serbestlik” kapsamındaydım ve cezaevine girmemem, girsem de bunun hukuki prosedür gereği olduğu şeklindeydi. Sonuçta formaliteler gerçekleştirilecekti.

Ama unuttuğumuz gerçek, buranın Türkiye olduğuydu.

Çağlayan Adalet Sarayı’nda İlamat ve İnfaz Savcılığı’na 22 Kasım 2018 günü teslim oldum. Umudum, prosedürel işlemlerin kısa sürmesi ve birkaç imzanın hızla atılarak en kısa sürede tahliye olmaktı.

Ama yaşadığım durum, “evdeki hesap çarşıya uymadı” atasözüne uygun düştü. Birkaç gün sürmesi gereken bu prosedürün tamamlanması tam 43 gün sürdü.

Hata ama nasıl?

İlgili başsavcılıktan müddetname geldikten (27 Kasım 2018) sonraki günden başlayarak düzenli olarak cezaevi yönetimine açık cezaevine çıkma ve/veya denetimli serbestlik kapsamında tahliye olmak için her gün dilekçe verdim.

Cezaevi yönetimi, ceza aldığım fiil, ceza aldığım süre, tutuklu kaldığım süre, açık cezaevine çıkma hakkım olduğu halde 16. günde hazırladığı “idari ve gözlem kurulu raporu”nda kendisini ağır ceza ve onun kararının onaylayan istinaf mahkemesinin yerine koyarak yeni bir hüküm tesis etmiş olmalı ki, raporunu “terör örgütü üyeliği” suçundan hüküm almış gibi hazırladı. Açık cezaevine çıkma talebimi, “terör örgütü ile ilişiğinin kesip kesmediği konusunda yeterli kanaate ulaşılamadığı” gerekçesiyle reddetti

Oysa ben, terör örgütü üyeliğinden ceza almamıştım. Üstelik raporda, “hükümlünün dosyası tetkik edildiğinde” gibi iddialı bir cümle da vardı. Belli ki, “iyi” tetkik edilememiş. Göz göre göre hata yapılmıştı. Ama bu var olan gerçeği değiştirmedi.

Rapor, 7 Aralık Cuma günü saat 16:30’da teslim edildi.

Araya cumartesi-pazar girdi. Bu, tutukluluğa en az üç gün daha eklemekti.

Cevapsız dilekçeler

10 Aralık 2018 Pazartesi günü hem cezaevi yönetimi infaz birimine hem de cezaevi yönetiminin raporuna itiraz mercii olan Silivri İnfaz Hakimliği’ne, cezaevi idari ve gözlem kurulu raporunun yanlış hazırlandığını ifade eden birer itiraz dilekçesi verdim.

Cezaevi yönetimi, kendilerine yaptığım itiraz dilekçesine de hiçbir cevap vermedi.

Cezaevi yönetimin yanlış hazırladığı raporda, “açık cezaevine geçme talebimin cezaevine getirilişimin 30. gününde yeniden değerlendirileceği” de karara bağlanmıştı.

17 Aralık 2018 ile başlayan hafta, 30. günde yeni bir değerlendirme raporu hazırlanması için üç dilekçe (17.12., 19.12. ve 20.12.2018) daha verdim. Ama bu dilekçelere ne 21 Aralık 2018 Cuma ne de 24 Aralık 2018 Pazartesi bir cevap verilmedi. Cezaevi İdari ve Gözlem Kurulu, 30. günde değerlendirme yapma kararı aldığı halde bunu gerçekleştirmedi. Böylece tutukluluğun 34. gününü de geride bırakmış oldum.

Nihayet mucize gerçekleşiyor

Ne olduysa 25 Aralık 2018 Salı günü. Öğleden sonra, başmemur yanıma gelip beni “8-9 güne bırakacaklarını ama bunun için benim neredeyse 20 gün önce Adalet Bakanı dahil ilgili yerlere haksız tutukluluğun giderilmesi için yazdığım dilekçeleri geri almam gerektiği”ni mealen ifade etti. Ve benden bununla ilgili dilekçe istendi. Bir anlık şaşkınlıkla kabul ettim ve dilekçelerimi geriye çektiğime dair dilekçe yazıp verdim. Ve bu dilekçeyi, gün içinde verilen hiç bir dilekçe kabul edilmediği halde kabul edildi.

Anlamış oldum ki, neredeyse 20 gün önce Adalet Bakanlığı, Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, bazı milletvekillerine yazdığım ve gönderilmesi için verdiğim dilekçe ve fakslar ilgili yerlere gönderilmemişti.

Bu dilekçeyi verdikten 30-35 dakika sonra 10 Aralık 2018’de Silivri İnfaz Hakimliği’ne verdiğim itiraz dilekçesinin cevabı geldi. İnfaz Hakimliği yaptığım itirazı haklı bulmuş ve cezaevi idari ve gözlem kurulu raporun kaldırılmasına hükmetmişti. Ancak bu kararın kesinleşmesi için tebliğ tarihindin üzerinden 7 gün geçmesi gerekiyordu. İnfaz Hakimliği’nin kararının kesinleşmesi 2 Ocak 2019 Çarşamba akşamı oldu yani tutukluğumun 41. günü.

Kararın kesinleşmesini takip eden 2. günde (4 Ocak 2019 Cuma) ise Cezaevi İdari ve Gözlem Kurulu, benim açık cezaevine sevkimi uygun bulmuş, karar ilgili infaz hakimliği tarafından aynı gün onaylamıştı.

Her şey üç saatte bitti

Tutukluluğun 43. günü saat 15:05’de Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi’nden Silivri Açık Cezaevi’ne sevk edildim. Oraya saat 15:30 gibi giriş yaptım. Giriş işlemleri sırasında benden hemen denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilmem için dilekçe aldılar. Saat 17:15’de ise Silivri Açık Cezaevi’nden denetimli serbestlik kapsamında çıkış işlemi gerçekleşti.

15:05’de başlayan süreç 17:15’de yani 2 saat 10 dakika içinde sona ermişti. Prosedür dediğimiz şey peş peşe 5-6 imzanın atılmasından başka bir şey değildi. Teslim olduğum gün ya da ertesi gün yapılabilecek bu işlemler için özgürlüğümden, hayatımdan 43 gün çalınması gerekiyormuş.

Bu kurumsal keyfilik değilse nedir?

İçtihat mı oluşturulmak isteniyor?

Evet, yargılama süreçlerinde “pardon” demeyelim. Ama aynı hassasiyeti sadece yargılamada değil, “infaz” sürecinde de göstermek şart.

Çünkü, yargılamada olmadığı gibi infazda da bu pardonun dönüşü yok.

Bu yazıyı yazma gerekçem bu keyfiliği anlatmak kadar bir de uyarıda bulunmak. Özellikle hak ve özgürlük savunucularına ve bir şekilde bu süreçlerin parçası olanlara. Ben bu durumda olan ne ilk ne de son gazeteciyim. Benden öncelikleri bilmiyorum ama benden sonra aynı durumda olanları uyarmak gazeteci olarak sorumluluğum.

Öyle sanıyorum ki yaşadığım prosedürel süreç, benden sonra benimle aynı durumda olacaklar için bir tür idari içtihat oluşturmak ve gazetecileri daha uzun süre özgürlüğünden mahrum bırakmak için kullanılabilir.

Bunun testini, aynı davada yargılandığımız Atilla Taş’ın tutukluluk sürecinde de gördük. Atilla Taş, kararın istinaf mahkemesinde kesinleşmesinden kısa bir süre evine tebligat dahi yapılmadan gözaltına alınıp tutuklandı. Cezasının denetimli serbestlik dönemine girebilmesi için (son bir yıl) 2,5 ay Silivri Cezaevinde kaldı. Denetimli serbestlik hakkı kazandıktan kısa bir süre sonra Silivri Açık Cezaevi’ne sevk edildi. Normal şartlarda açık cezaevine geçtikten birkaç gün sonra denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilmesi gerekirken iki hafta açık cezaevinde kaldı, sonra gerekçesiz biçimde Kandıra Açık Cezaevi’ne gönderildi. Bir hafta orada kaldıktan sonra tahliye edildi.

Bugünlerde istinaf mahkemesinde halklarında verilen ceza onanan Cumhuriyet Davası’nda 2.5 yıl ceza alan Kadri Gürsel için benzer bir süreç başlayacak. Kadri Gürsel normal şartlarda denetimli serbestlik kapsamında. Yani cezasının infazının tamamlanmasına 12 aydan az zaman var. Onun da benim gibi sadece resmi işlemlerin tamamlanması için cezaevine girdikten kısa süre sonra tahliye olması gerekiyor. Eğer benim uğradığım gibi keyfi bir uygulama ile karşılaşırsa özgürlüğünden gereğinden fazla mahrum bırakılabilir.

İşte bu yazı olası böyle bir duruma dikkat çekmek için yazıldı.

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.