Köşe Yazıları

Hapishanelerde hak ihlallerinin temelinde infaz sistemi var

Hapishanelerde hak ihlallerinin temelinde infaz sistemi var
CAFER SOLGUN
Hapishanelerdeki hak ihlallerinin temelinde mevcut “infaz” yasa ve mevzuatı ile çoğu zaman bunu da aşmakta beis görmeyen ceza infaz kurumlarındaki uygulamalar var.  Adli ve özellikle de “devlete karşı işlenen suçlar” şeklinde kategorize edilen siyasi mahpuslar, tutuklu veya hükümlü olarak tutuldukları hapishanelerde, sözcüğün en genel manasında “çağdaş” ve insani bir infaz anlayışı ile değil, adeta “düşman”, “hasta” muamelesi görüyorlar. Bu, yargının siyasallaştığı eleştirileri ve iktidar sözcülerinin Osman Kavala, Selahattin Demirtaş örneklerinde neredeyse “rutin” hale gelmiş “yargı sürecine müdahale” olarak değerlendirilen söylem ve tutumlarıyla birlikte ele alındığında, tabloyu daha da vahim hale getiriyor.  İktidarın “hain”, “terörist” gibi ağır ithamlarına maruz kalan insanların “adil ve bağımsız bir yargılamaya” tabi tutulduklarını düşünmek iyi niyet sınırlarını oldukça zorlayan bir düşünce olur. Bunun yargının yanı sıra infaz kurumlarındaki anlayış ve uygulamalara kaçınılmaz biçimde yansıyan bir boyutu da var. İktidarın bu söylemleri, neticede devlet memuru olan ceza infaz kurumlarındaki yönetici ve memurların davranışlarını da koşulluyor. Vurgulayarak belirtmek gerekir ki bu, günümüzde ortaya çıkmış bir sorun da değil. Ülkenin yakın geçmişinde “yargı” rolü oynayan sıkıyönetim mahkemelerinin, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin esas aldıkları ölçü “adalet” değil, birer “ceza makinesi” olarak yükümlendirildikleri rolü oynamaktı. Bu sürecin bir parçası olarak hapishanelerde de esas alınan “infaz” anlayışı, siyasi mahpuslar yönünden “devlete biat ettirmekten” başka bir şey değildi. Adli mahpuslar da hiçbir insani ve hukuki anlayışla bağdaştırılamayacak şekilde “kaderlerine” boyun eğmek durumundaydılar. Sistemin çürümüşlüğünden dolayı her türlü mafyatik ilişki ve organize işlere açık durumda olduklarını da eklemek gerekir. Günümüzdeki durum, maalesef demek gerekir, nitelik olarak bu “geçmişten” farklı değil. Önceki yazımda hapishanelerdeki hak ihlalleri tablosunu ortaya koymaya çalışmıştım. Mevcut infaz sisteminde var olan sorunlar, sıkıntılar, ayrımcı uygulamalar, sistematik hale gelmiş hak ihlallerine kaynak teşkil eden bir nitelik taşıyor. Konuyla ilgili Avukat Gülizar Tuncer’in sorularımıza verdiği yanıtlar, bu düşündürücü tabloyu açıkça gözler önüne seriyor.

‘Mevcut infaz sistemi insani değil’

Mevcut infaz sisteminde genel olarak ne gibi sorunlar var? Hem yasal mevzuat hem de uygulama açısından, adli-siyasi tüm mahpusların yaşadığı çok fazla sorun var. Genel olarak bütün mahpuslar, hapishanelerin fiziki yapısı, barınma koşulları, beslenme, hijyen, sağlığa erişim hakkı gibi en temel insani yaşam standartlarından yoksun biçimde yaşamak zorunda kalıyorlar. Bunun dışında siyasi mahpuslar açısından özel bir ayrımcılıkla birlikte uygulamaya konulan tecrit ve izolasyon ile baskı ve işkenceler cezaevlerinde yaşamı çekilmez hale getirmektedir. Öncelikle, Türkiye hapishanelerindeki mevcut infaz anlayışının insani olmayan bir yaklaşım üzerine kurulu olduğunu belirtmemiz gerekiyor. İnfaz sistemindeki sorunlar ve genel olarak cezaevleriyle ilgili yasa, yönetmelik, genelge, tüzük vb. mevzuatın bütünü, ama özellikle de 2005 yılında yürürlüğe giren 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri’nin İnfazı Hakkında Kanun’un otoriteyi ve kuralları dayatan, yaşama hakkını ve özgürlükleri değil, güvenlik sorununu öne çıkaran bir anlayışla hazırlanması ve mahpusları iyileştirilmesi gereken ‘hasta varlıklar’ olarak değerlendirip onları rehabilite edecek eğitim ve iyileştirme programlarına tabi tutmayi hedefliyor olması, uygulamada yaşanan keyfilikler ile beraber ciddi sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır. Bunun dışında infaz rejimindeki eşitsizliğe dayalı uzun süreli hapis cezalarının ve tecridi had safhaya vardıran hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı kuralların, disiplin cezalarının vahim boyutlara vardığını söylememiz gerekiyor. Hapishanelerdeki en önemli sorun, şüphesiz ki mahpusların başta yaşama hakkı olmak üzere en temel hak ve özgürlüklerinin yine devlet tarafından ortadan kaldırılıyor olmasıdır. Bu noktada ağır hasta mahpusların serbest bırakılmayarak cezaevlerinde ölüme terkedilmeleri kabul edilemez bir durumdur. Siyasi mahpuslar açısından ne tür ayrımcılık örnekleri/uygulamaları yaşanıyor? Suç ve ceza politikası açısından baktığımızda devletin siyasi mahpuslara yönelik ayrımcılığı, hazırlık aşamasından başlayarak yargılama süreci ve infaz aşamasına kadar bütünlüklü değerlendirilmesi gereken bir konu. Bununla birlikte özellikle infaz süreci açısından baktığımızda adli ve siyasi mahpuslar arasındaki infaz rejiminde yaşanan eşitsizlik çok temel bir sorundur. Şartlı salıverilme süresindeki bu ciddi farklılık zaten uzun süreli hapis cezası alan siyasi mahpusların onlarca yıl cezaevinde kalmasına neden olmaktadır.  Bunun dışında son süreçte yapılan yasal değişiklikler ile bu düzenlemelere bağlı olarak çıkarılan genelge ve yönetmeliklere dayalı olarak cezaevlerindeki idare ve gözlem kurullarınca verilen keyfi kararlar da infaz sürecini uzatmaktadır. Bir yargı organı niteliği taşımayan bu kurulların verdikleri keyfi kararlarla infaz süreci biten mahpuslar, ‘iyi halli’ olmadıkları gerekçesiyle serbest bırakılmayıp daha uzun süre cezaevinde tutulmaktadırlar. Ayrıca, sürekli verilen disiplin cezalarının üç kez ‘hücre hapsi’ biçiminde olması da siyasi mahpusların infazlarının yanmasına ve ¾ lük infaz sürecinin tamamını yatmalarına neden olmaktadır. Bunun dışında zaten denetimli serbestlik ve benzeri konularda her zaman ‘iyi halli’ olma şartı aranmakta olduğundan ve siyasi mahpuslarla ilgili aksi yönde raporlar hazırlanmakta olduğundan bu haktan da yararlandırılmamaktadırlar. Ayrıca, cezaevlerinde verilen disiplin cezalarının dışında kamera kırma, görevli memura hakaret ve benzeri suçlamalarla açılan davalardan da cezalar verilerek infaz süreci uzatılmaktadır.  

‘Keyfi disiplin cezaları’

İnsan hakları hukuku ve mahpus hakları açısından insanlık onurunu hiçe sayan aşağılayıcı bir uygulama olarak tecrit, F Tipi Cezaevleri ile birlikte sistematik bir işkence uygulaması olarak devreye sokulmuştur. F Tipi Cezaevleri ile başlayan süreçte hak ihlalleri artmış; ceza infaz yasası, tüzük, genelge ve yönetmeliklere bağlı olarak geliştirilen tecrit ve tredman uygulamaları sürekli gündemde olmuştur. Halen yürürlükte olan infaz yasasına göre neredeyse her şey ‘suç’ olarak değerlendirilmektedir. Sessiz protesto olarak ifade edilen ve ne olduğu, nasıl gerçekleştiği bilinmeyen protesto biçimi, ‘gereksiz’ yere şarkı, türkü söylemek, slogan atmak biçiminde ifade edilen her şey yasaklanmakta, uymayanlara disiplin cezaları verilmektedir.  Mahpusların hücrelerine yapılan ani baskınlar, eşyaların dağıtılması, el yazısı notlarına, kitaplarına el konulması, direnen mahpusların zorla hücrelerinden alınıp ses geçirmeyen “süngerli odalara” götürülerek işkenceye maruz kalmaları, cezaevi girişinde çıplak arama işkencesi dayatılması, sürgün sevk uygulamaları ve kadın mahpusların kalmakta olduğu cezaevlerindeki taciz uygulamaları neredeyse rutinleşmiştir.  Ayrıca değinmeden geçemeyeceğimiz bir konu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilenlerin ‘ölünceye kadar’ tek başına bir hücrede yaşamaya mahkum edilmeleri insanlık dışı bir cezalandırma biçimidir. Ulusal ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukuk normları açısından bu ayrımcı uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?  Devletin siyasi mahpuslara karşı ayrımcılıktan öte düşmanca diyebileceğimiz bir yaklaşımla hareket ettiğini düşündüğümüzde zaten yasal mevzuatta ve uygulamada yaşananları anlamakta zorlanmayız. Siyasi mahpusları siyasi kimliklerinden vazgeçirmeye, kendisine itaat etmeye zorlayan devletin zaman zaman cezaevlerine yönelik imha amaçlı operasyonlarla katliamlar yaptığını da düşündüğümüzde bu ayrımcılık şaşırtıcı gelmeyecektir. Dolayısıyla infaz yasasından tüzük, genelge ve yönetmeliklere kadar tüm yasal mevzuatta eşitliğe aykırı ayrımcı düzenlemeler her zaman varlığını sürdürecektir.  Bunun dışında Anayasa'nın 90. maddesi gereği bir iç hukuk normu haline gelen uluslararası sözleşmeler ile AİHM kararlarının da uygulamada çok fazla bir önemi yok. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile özel olarak mahpus hakları konusunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Birleşmiş Milletler Herhangi Bir Biçimde Tutuklanan veya Hapsedilen Kişilerin Korunmasına İlişkin Prensipler Bütünü, AB Temel Haklar Şartı ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen Avrupa Cezaevi Kuralları ile tavsiye niteliğindeki kararların da bir önemi yoktur. Türkiye açısından uluslararası hukuk normları göstermelik olmanın ötesinde bir anlam taşımazlar ve yargı organları da bu kuralları öncelikle uygulamak zorunda oldukları halde dikkate almazlar. Mevcut durumun özeti, bu. Aynı şekilde uluslararası yargı organı niteliğindeki İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının da ulusal yargı açısından çok fazla bir anlamı olmadığını son süreçte herkes gördü. Zaten bu mahkemeler de her zaman siyasi mahpuslar lehine karar vermeyip devletin güvenliği açısından ‘tehlikeli’ gördükleri siyasi mahpuslarla ilgili ayrımcı düzenleme ve buna paralel uygulamaları genellikle onaylamaktadırlar. Dolayısıyla insan hakları, mahpus hakları gibi konuların Avrupa nezdinde çok fazla bir önemi olmayıp Türkiye ile yürütülen ekonomik-siyasi ilişkiler belirleyici olduğundan bu sözleşmeler ile AİHM kararlarını da çok fazla abartmamak gerekir düşüncesindeyim.
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.