Fotoğraf: Can Öztürk
İstanbul Barosu, İstanbul ve Anadolu adliyelerinde avukatlara yönelik uygulamaların hukuka aykırı olduğunu belirterek Adalet Bakanlığı aleyhine iki ayrı idari dava açtı. Baro, uygulamaların savunma hakkını fiilen kısıtladığını vurguladı.
MLSA - İstanbul Barosu, İstanbul Adalet Sarayı ve İstanbul Anadolu Adliyesi’nde avukatlara yönelik uygulamaların iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle Adalet Bakanlığı’na karşı iki ayrı dava açtı. Baro tarafından yapılan açıklamada, X-Ray taraması, kısıtlı alan oluşturulması ve koridor geçişlerinin engellenmesi gibi işlemlerin Anayasa’ya, Avukatlık Kanunu’na ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu belirtildi.
Baro, bu uygulamaların, “avukatların soruşturma mercilerine erişimini, dosya inceleme hakkını ve müvekkille etkili iletişim kurma imkânını fiilen kısıtladığını”, dolayısıyla savunma hakkının özüne ve yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine müdahale anlamı taşıdığını ifade etti.
“Kanuni yetki olmaksızın yapılan müdahaleler hukuk devletine aykırı”
İstanbul Barosu tarafından yapılan açıklamada, adliyelerdeki bu uygulamaların kanuni bir temele dayanmadığı, başsavcılıkların böyle bir yetkisinin bulunmadığı vurgulandı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Bu tip müdahalelerin, hukuk devleti kurallarına uygun düşmediği, kanunda olmayan yetkinin başsavcılıklar tarafından hukuka aykırı biçimde kullanıldığı açıktır. Müdahaleler, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla çizilen sınırları aşmakta ve yetki gaspı niteliği taşımaktadır.”
Baro, işlemlerin iptali için başlatılan yargı sürecinin, hem yurttaşların haklarının korunması hem de avukatlık mesleğine yönelik müdahalelerin önlenmesi amacı taşıdığını belirtti.
Çağlayan Adliyesi'ndeki polis ablukasına da başvuru yapılmıştı
Öte yandan bir grup avukat da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ifade vermek üzere 31 Ocak’ta İstanbul Adliyesi’ne gittiği gün başlayan ve yaklaşık sekiz aydır süren Çağlayan Meydanı’ndaki polis ablukasının kaldırılması için İstanbul Valiliği’ne başvuruda bulunmuştu.
Baro, son dönemde yurttaşlara yönelik kısıtlamaların giderek arttığını ve bu durumun avukatları da etkilediğini vurgulayarak, “Savunma hakkını fiilen sınırlayan, avukatların adliyelere ve soruşturma mercilerine erişimini engelleyen bu hukuka aykırı uygulamalara karşı hukuki mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz” dedi.
Gazeteci ve gözlemciler de adliyeye alınmıyor
İstanbul Adliyesi’ndeki polis ablukası, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun, tutuklanmadan önce 31 Ocak’ta ifade vermek üzere İstanbul Adliyesi’ne gitmesiyle birlikte, Çağlayan Meydanı'nda başladı. Bu uygulama, sonraki haftalarda genişletilerek sürdürüldü.
Yaklaşık sekiz aydır devam eden abluka kapsamında yalnızca avukatlar değil, gazeteciler, yurttaşlar ve sivil toplum temsilcileri de kısıtlamalara maruz kalıyor.
Son olarak, 27 Kasım’da pek çok gazetecinin ifade özgürlüğü kapsamında yargılandığı duruşmaların görüldüğü gün, İstanbul Adliyesi’ne girişler engellendi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in sözlü talimatı doğrultusunda, yalnızca turkuaz basın kartı bulunan gazetecilere giriş izni verildi. “Kent Uzlaşısı” davası gerekçe gösterilerek alınan bu karar, duruşmaları izlemek isteyen yurttaşları, milletvekili danışmanlarını ve hak örgütü temsilcilerini de etkiledi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi ve bianet Medya Gözlem Raportörü Erol Önderoğlu, bianet muhabiri Ayşegül Başar, İlke TV muhabiri Eylül Deniz, gazeteciler Fatoş Erdoğan ve Rabia Çetin ile Af Örgütü’nden Milena Büyüm ve Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nden (MLSA) Semra Pelek’in de aralarında bulunduğu birçok kişi duruşma salonuna giremedi.
"Uygulama, yargılamaların aleniyet ilkesine aykırı"
MLSA Genel Koordinatörü avukat Batıkan Erkoç, İstanbul Adliyesi’nde gazetecilere ve yurttaşlara yönelik sınırlamaların hukuki dayanağına ilişkin değerlendirmede bulundu. Uygulamanın Anayasa Mahkemesi kararlarıyla çeliştiğini belirten Erkoç, şunları söyledi:
“Çağlayan Adliyesi’ndeki mevcut uygulamada, güvenlik görevlileri gazeteciyim dediğinizde sizden kimlik istiyor. Eğer İletişim Başkanlığı tarafından verilmiş turkuaz basın kartınız yoksa içeri alınmıyorsunuz. Ne uluslararası basın kartı ne de kurum kartı güvenlik için geçerli sayılıyor. Oysa Anayasa Mahkemesi, gazeteciliğin basın kartı varlığına bağlanamayacağını açıkça söylüyor.”
Erkoç, duruşmaların kamuya açık yapılması gerektiğini hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:
“Basının içeri alınmamasının ötesinde, herhangi bir vatandaşın da duruşma salonuna alınmaması Anayasa’ya ve Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki duruşmanın aleniyeti ilkesine aykırıdır. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri herkese açık, aleni yargılamadır. Ancak güvenlik gerekçesiyle fiilen yapılan bu uygulamalarla bu hak ihlal ediliyor.”

