Arşiv

Nurcan Baysal: Bu sessizlik olmasaydı benim gibi insanlar bu kadar dikkat çekmeyecekti 

Nurcan Baysal: Bu sessizlik olmasaydı benim gibi insanlar bu kadar dikkat çekmeyecekti 
Deniz Tekin
Sivil toplum, kalkınma ve yoksulluk alanlarında önemli çalışmalara imza atmış olan insan hakları savunucusu Nurcan Baysal, bu parlak kariyerine rağmen dünyada gazeteciler için büyük hapishane olan Türkiye’de 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Kürt illerinde 2015-2016 yıllarında ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında yaşanan insan hakları ihlallerine ve askeri operasyonlara karşı yazdığı savaş karşıtı yazıları nedeniyle evine polis baskınları yapıldı; hakkında çok sayıda soruşturma ve onlarca yıl hapis istemiyle davalar açıldı. Türkiye’de ve özellikle Kürt kentlerinde yaşananları başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere birçok uluslararası kurumun düzenlediği toplantılarda dile getirmesi, üzerindeki baskıları daha da arttırdı.  Yargısal taciz ve baskılara rağmen hak savunuculuğuna ve gazeteciliğe ısrarla Bölgede kalarak devam eden Baysal, Kasım 2017’de İtalya Kadın Gazeteciler Birliği tarafından Cesur Kadın Gazeteciler Ödülü’ne, 2018 yılında ise Front Line Defenders Risk Altındaki İnsan Hakları Savunucuları Dünya ödülüne layık görüldü. Baysal son olarak, koronavirüs sonrası yürürlüğe giren infaz yasasına dair görüşlerini paylaştığı için gözaltına alındı. Son 20 günde hakkında iki soruşturma açılan Baysal, herkesin sokağa çıkmaya korktuğu salgın günlerinde karakol ve adliye kapılarında gezdirildi. Baysal’ın mesleki faaliyetleri nedeniyle yaşadıkları,  Türkiye’deki basın özgürlüğünü ve gazetecilerin neler yaşadığı ve hangi baskılara maruz kaldığını özetliyor. 

Dört yılda 11 soruşturma, üç dava 

Son dört yıldır ciddi yargısal taciz ile karşı karşıya olduğunu ifade eden Baysal, yazdığı yazılar ve sosyal medya paylaşımlarından dolayı, son bir yıl içerisinde bile yedi soruşturma açıldığını, iki defa gözaltına alındığını, bir defa da evine baskın yapıldığını söyledi. Baysal, 2020 yılının ilk dört ayında ise hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle ifade vermesi için üç defa polise karakoluna çağrıldığını, bir kere de gözaltına alındığını anlattı. Baysal, 2016 yılından bu yana kendisi hakkında 11 soruşturma açıldığını söyledi. Bu soruşturmaların çoğu takipsizlik ile sonuçlandı. Baysal, Cizre’de sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananları konu alan yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldığını, Afrin operasyonuna yönelik savaş karşıtı paylaşımları nedeniyle hakkında “örgüt propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçlarından ayrı ayrı açılan davalarda ise beraat ettiğini hatırlattı. 

‘Evime neden baskın yapıldığı sekiz aydır öğrenemedim’

Geçtiğimiz yıl evine yapılan baskının hangi gerekçe ile yapıldığını konusunda yaptıkları tüm başvuruların sonuçsuz kaldığını dile getiren Baysal: “Geçtiğimiz yıl Ekim ayında 40’a yakın polis memuru ile evime baskın düzenlendi. Çocuklarım yere yatırıldı, babalarının kafasına silah dayandı. Evime zarar verildi. Bu baskının nedeni konusunda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve Adalet Bakanlığı’na başvurduk. En son olarak Kamu Denetçiliği Kurumu’na  (Ombudsman) başvurduk. Üzerinden sekiz ay geçmesine rağmen bu baskının neden yapıldığına dair bugüne kadar elimize geçmiş tek sayfalık resmi bir belge bile yok.  Sadece baskın sırasında ‘sosyal medya paylaşımı gerekçesiyle’ denilmiş. Soruşturma dosyası ile ilgili hiçbir bilgi ve belgeye ulaşamayınca, çocuklarıma yaşatılan travma nedeniyle ev baskınını yapan Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü hakkında geçtiğimiz Ocak ayında şikayetçi olduk. Dava sürecini başlattık” dedi. 

‘Polis ifadesine giderken yanımda anayasa kitapçığını götürdüm’

Yazdığı yazılar ve yaptığı sosyal medya paylaşımları kendisi hakkında daha çok “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” etmek suçundan dava açıldığını hatırlatan Baysal, şöyle devam etti “Benim gibi birini bununla suçlamak çok komik. Hayatım boyunca bu suçun tam tersi için, yani barış, birlik, nefret ve ayrımcılık karşıtlığı için mücadele etmiş biriyim.  Dava ve soruşturmalarla beni susturmak, artık yazmamamı istiyorlar. Bu çok net anlaşılıyor” dedi.  Sosyal medya hesabında 2018 yılından beri sabitlediği tweet gerekçe gösterilerek hakkında soruşturma açılmasının Türkiye’nin geldiği noktayı ve yaşadıklarının bir özeti olduğunu ifade eden Baysal, “Bu soruşturmayla dünya tarihine geçecek bir şey bıraktılar. Çünkü bu sabit tweet’im sadece dayanışma ve umut mesajı veren bir tweet. Bu soruşturmadan anladığım şudur: bu toplumda, Kürt toplumunda umut veren hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir ses kalmasın isteniyor.  Bir kadının gökyüzüne, yıldızlara baktığı bir resim bir devleti nasıl ve neden rahatsız eder?  Şu anda bu tweetim onlarca dile çevrildi ve tüm dünyada yaygınlaştırıldı. Emniyete giderken yanıma Anayasa kitapçığını götürdüm.  Kitapçığı açıp ifademi alan polislere madde madde okudum.  Bir tweet için beni buraya getirerek anayasayı çiğniyorsunuz dedim.” 

‘Bu sessizlik olmasaydı benim gibi insanlar daha az dikkat çekecekti’

Kürt toplumunda çıkan her ses ve itirazın bastırılmaya çalışıldığını bir dönemden geçtiklerini kaydeden Baysal, “2015 yılında beri burada korkunç bir sessizlik var. Bu toplumdan çıkan her ses bastırılmaya çalışılıyor. Bu dönemde konuşmak da yazmak da zor ve cesaret isteyen bir şey. Bir kadın olarak bir yandan toplumdaki kadın algısına, diğer taraftan devletin baskılarına karşı mücadele ediyorsun. İnsanlar genelde güçlü kadından rahatsız oluyorlar, hele ki herkes susarken. Beni de kendilerince de buradaki en güçlü seslerden biri olarak görüyorlar. Bu sessizlik olmasaydı benim gibi insanlar bu kadar dikkat çekmeyecekti devletin gözünde. Ben inandığımız değerler için yüksek sesle mücadeleye inanıyorum. Bu nedenle de yüksek sesle konuşuyorum.  Burada neler olduğunu, ne tür insan hakları ihlalleri yaşandığını, bütün bunları hem Türkiye içinde, hem de Türkiye dışında yüksek sesle konuşup anlattığım için baskı da artıyor. Bana yapılanları vicdanı, sesi ve kalemi olan insanları susturmaya yönelik bir müdahale olarak görüyorum” dedi.

‘Beni buradaki savaş koşulları gazeteci yaptı’

2013 yılına kadar insan hakları savunuculuğu yaptığını ve köyler ile yoksul kentlerde çalışan bir kalkınma çalışanı olduğunu, ancak Kürt illerinde son on yıldır yaşadığı ve tanık olduğu olaylar nedeniyle gördüklerini yazmaya karar verdiğini kaydeden Baysal, “Beni buradaki savaş koşulları gazeteci yaptı. Her şeyden önce ben bir insan hakları savunucusuyum. Çok uzun yıllar kalkınma ve yoksulluk üzerine çalıştım. İnsan hakları savunuculuğu, insana çok büyük sorumluluk veriyor. Gezdiğim köylerde yaşanan birçok şeyin Türkiye medyasında yazılmadığını görünce yazmaya başladım. 2015 yılından itibaren daha çok yazmaya başladım. Bir baktım Cizre’ye, Nusaybin’e her yere gidiyorum. Gazeteciliği insan hakları sorumluluğuyla yapıyorum. İkisi de birbirini destekleyen şeyler. Hem insan hakları savunucusu, hem gazeteci olmak beraber çok zor oluyor. Bu aynı zamanda iki kat baskı demek” dedi.

‘Gazeteciler ve insan hakları savunucuları burada korkunç yalnızlık içinde’

Kürt illerinde insan hakları savunucusu ve gazeteci olmanın Türkiye’nin diğer yerlerine oranla çok zor olduğunu belirten Baysal, “Hakikate ulaşma ve haber alma hakkı Türkiye’deki diğer yerlere oranla burada daha çok baskı altında. Sonuçta şehrin her yerinde asker ve tank var.  Sen batıdaki bir gazeteci ile aynı ortamda yaşamıyorsun ki. Burada Kürt medyası var. Onlar da çok büyük imkânsızlık ve zorluklara rağmen hala ayaktalar, çalışıyorlar. Bu çok kıymetli. Onun dışında uluslararası medya ve alternatif medya yok denecek az. Her zaman söylüyorum ben çok şanslıyım, çünkü bir şekilde sesimi duyurabiliyorum. Ama benim gibi şanslı olmayan o kadar çok insan var ki. Şırnak ya da Cizre’de gazetecilik ya da insan hakları savunucusu olan birini düşünün. Büyükşehirde kabalıklar içinde kaybolma ihtimalin var.  Yerelde öyle değil; yerin belli yurdun belli. Sosyal, psikolojik ve fiziki olarak tehlike altındasın.  Sürekli bununla yaşıyorsun ve korkunç bir yalnızlık içindesin. Türkiye’deki genel dayanışma mekanizmaları bize daha uzak. Ne insan hakları açısından ne de gazetecilik açısında seni koruyacak güçlü bir mekanizma yok. Bu baskılara karşı ayakta kalmak senin bireysel gücüne, ilişkilerine ve üretkenliğine kalıyor” dedi. 

‘Birçok ülke sana oturum verelim, Türkiye’ye dönme dedi’

Yurtdışında olduğu sırada evine yapılan baskın ile kendisine “Türkiye geri dönme” mesajı verilmek istendiği ifade eden Baysal, “Ben Londra’dayken evime baskın yapıldı. Bana ‘buraya dönme’ deniliyor. O dönem sadece uluslararası kuruluşlar değil, birkaç ülkenin dışişleri bakanlığından da beni aradılar. Bana ‘Sana oturum verelim, Türkiye’ye dönme’ teklifinde bulundular. Ben de ‘Bu benim hayatımda asla bir seçenek değil. Çünkü ben doğduğum yerde hür ve özgür yaşama hakkına sahibim. Bu hakkımı devletin almasına izin vermeyeceğim’ dedim. Buradan gitmek daha kolay bir seçenek. ‘Lanet olsun,’ der iki çocuğunu alır gidersin.  Ama her giden ile bizim kolumuz ve kanadımız biraz daha kırılıyor. O yüzden bu kadar yalnızız, bu kadar sessizlik var. Ben kendimi topluma karşı sorumlu görüyorum. O yüzden kendi topraklarımı bırakıp gitme niyetinde değilim. O yüzden geri döndüm, havaalanında gözaltına alınacağımı bile bile. Ama alınmadım” dedi. 

‘Dayanışma olmasa şu anda cezaevinde olurdum’

Maruz kaldığı baskı ve yargı tehdidine karşı dayanışmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Baysal, “Dayanışmadan doğan yeni bir aile kuruyorsun. Bu seni ayakta tutuyor. Dayanışma olmasaydı şu anda içerde olurdum. Ben bu dayanışmadan dolayı özgürüm, ayaktayım, güçlüyüm, hâl yazıyorum. Kendimi çok yalnız hissettiğimiz zamanlar da oluyor. Ama onu da şöyle aşıyorum: Bunu sadece bugünün mücadelesi olarak görmüyorum. Bu 100 yıllık bir mücadele. Belki bu mücadelenin kötü bir zamanındayız ama gün gelecek daha iyi zamanda olacağız. Yalnız olmadığımı biliyorum, dünyada benim gibi bir dolu insan var. Bazen bana niye bu mücadeleye girdin diye soruyorlar. Yaşananlara karşı gözünü kapatamıyorsun ki. Benim yanımda savaş var, memleketim yıkılıyor ve ben memleketim için bir şey yapabileceğimi biliyorum. Savaşı durduramıyoruz ama hiç değilse memleketimin sesini duyurabileceğimi biliyorum. Ben de onu yapıyorum. Bu sessizliğe ve kötü gidişata karşı bir şey söylemenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Düşünsene bizler hakikati yazmazsak dünya ne hale gelir” ifadelerini kullandı.

‘Yaşadıklarımız Kürt halkının belleği olacak, tarih yaşananları kaydetsin istiyorum’

Maruz kaldığı baskılara, tutuklama tehdidine rağmen neden yazmaya devam ettiğini Baysal şöyle açıklıyor, “Biz kimseye karşı sorumlu değiliz; biz sadece hakikate, halka ve gerçeklere karşı sorumluyuz.  Ben Kürt halkının bir parçası olduğum için halkımın başına gelenleri yazdığım için bunları yaşıyorum. O kadar kötü bir dönemden geçiyoruz ki, kişisel onurunu korumaya çalışıyorsun. Ne olursa olsun ben haklı bir davanın savunucusuyum. Ben hem Kürt halkının hem de demokrasi adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi verenlerin bir parçasıyım. Hakikatin yanında olmaktan ve haklı olduğumu bilmekten güç alıyorum.  Bizim belliğimizi, tarihimizi, hafızamızı çalmaya çalışıyorlar.  Bizden hikayemizi çalmaya çalışıyorlar. Ben ise onların çalmaya, unutturmaya çalıştıkları tarihimizi, hikayemizi, onlardan geri alıp daha yüksek ses ile yazmaya çalışıyorum. Bugün yaşadıklarımız aynı zamanda Kürt halkının belleği olacak. Hiçbir ses kaybolmasın, tarih kaydetsin istiyorum. Benim yaptığım bu nehre su taşımak. Yazılarımda, kitaplarımda elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum” diye kaydetti. 

‘Bizi dayanışma ayakta tutacak’

Üzerindeki baskıların beraberinde otosansürü de getirdiğini ifade eden Baysal, “İnfazda eşitlik olsun, cezaevleri boşaltılsın hashtag’ini kullandığım için koronavirüs günlerinde hastane, emniyet, savcılık kapılarında iki gün boyunca gezdirildim. Kullandığım bu hashtag’den insanı ‘terörist’ yapıyorlar. Bu trajik bir şey. Tabii ki bunlar bizde bir otosansür yaratıyor. Koronavirüs zamanında iki çocuğumu yalnız bırakmak istemiyorum elbet, bana ihtiyaçları var. Son birkaç haftadır mümkün olduğunca Türkçe paylaşım yapmıyorum. Bazen tweetlerimi siliyorum. Bunlar daha önce kesinlikle yapmadığım şeylerdi, bunları yapmaya başladım” dedi.   Baysal son olarak “Başka bir dünya fikrine tutunmak ve onun için mücadele etmek çok önemli. Hepimiz bir buz tabakasında gedikler açmaya çalışıyoruz. Bir gün açtığımız bu gedikler buluşacak. Bizi sadece dayanışma ayakta tutacak. Diyeceğim tek şey şu: Umutsuzluğa kapıldığınızda gökyüzüne bakın yıldızlar orada” dedi.
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.