Arşiv

Türkdoğan: ‘AYM ve AİHM kararlarına uyulmaması bizi bu noktaya getirdi’

Türkdoğan: ‘AYM ve AİHM kararlarına uyulmaması bizi bu noktaya getirdi’
ESRA KOÇAK MAYDA 
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan'a "silahlı örgüte üye olmak" suçlamasıyla dava açıldı. Türkdoğan'ın Gare operasyonlarına yönelik yaptığı açıklamaları sonrası açılan davanın ilk duruşması 22 Şubat tarihinde saat 09:15’te Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. İHD ve kendisi ile ilgili toplamda üç davanın olduğunu belirten Türkdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm vatandaşlarını, insan hakları savunucularını, siyasetçilerini, aktivistleri, sendikacıları, öğrencileri, duyarlı herkesi terör örgütü üyeliği ile suçlamaya adeta bayılıyor. Dünyada kendi vatandaşını bu kadar açık bir biçimde suçlayan herhalde başka bir ülke yok” dedi. Türkdoğan, hem dava sürecini hem de süregelen hak ihlallerini, adalet sistemini, İçişleri Bakanı Soylu'nun kendisini hedef göstermesini MLSA’ya değerlendirdi.

‘Türkiye’nin geldiği bu noktanın en büyük sebebi, Kürt meselesinin çözülmemiş olmasıdır’

Hükümet, özgürlüklerin önünü açtıklarını, artık işkenceye sıfır tolerans gösterdiklerini ve polis şiddetinin düştüğünü söylüyor ancak ne sokaklarda ne de mahkemelerde bunu böyle olmadığını görüyoruz. Size gelen veriler bu konuya ışık tutar nitelikte. Neler söylemek istersiniz? AK Parti iktidarı, 20. yılına girdi ve başladıkları zaman ile şu anki dönem arasında bir genelleme yapmak çok zor. 2002-2004 yılları arası Türkiye, AB üyelik müzakereleri yürütüyordu. AK Parti iktidara geldiğinde bunu sürdürdü. O dönem bir reform iradesi vardı. Daha sonra, 2005’ten itibaren maalesef durdu. Kürt meselesi ile ilgili olarak Türkiye’nin demokratikleşme reformları duruyor ya da ilerliyor. 2010 Referandumu yapıldı. Bundan sonra devlet içerisinde bazı tartışmalar yaşandı. Sonrasında Türkiye, 2013’te Çözüm Süreci dönemine girdi. Ama 2015’te Çözüm Süreci maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Kürt sorununda yeniden silahlı çatışma dönemi başladı. Bu sırada da devlet içerisinde yapılanmış çeşitli çete yapıları daha aktif duruma geldiler. Bunlardan bir tanesi FETÖ örgütlenmesi idi ki, hemen 2016’da bir darbe teşebbüsü oldu ve bastırıldı. Fakat bastırılmasına rağmen bu bir fırsat olarak değerlendirildi ve Türkiye, kesintisiz OHAL dönemine girdi. 2016-2018 yılları arasında çıkarılan KHK’lar kanun haline getirildi ve aslında fili OHAL dönemi uzatılmış oldu. Tabi bu arada Türkiye’nin 2017’de anayasa değişikliği ile rejimi değiştirildi ve Türkiye, otoriter başkanlık modeline geçti. Halen onun etkilerini izliyoruz. Hemen hemen ulusal ve uluslararası bütün insan hakları örgütleri, özellikle 2015’ten sonra Türkiye’nin hızla gerileme sürecine girdiğini ve temel bütün başlıklarda kötüleşme olduğunu kaydetti. Yine özellikle demokrasi bakımından da Türkiye’nin en diplerde olduğunu görüyoruz. Kaldı ki başlangıçtaki reform ivmesi AB üyeliği idi. Şimdi AB ile ilişkiler tamamen durmuş durumda. En son açıklanan AB İlerleme Raporundaki eleştirilere katılıyoruz. Türkiye’nin geldiği nokta hiç de iyi bir nokta değil. Tabi bunun en büyük sebebi de Kürt meselesinin çözülememiş olması ve devam eden silahlı çatışma pratiğinin daha geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasıdır. Tam da bu nedenle aslında Türkiye’deki insan hakları savunucuları sürekli yargı yoluyla baskı politikası ile karşı karşıya kalıyor. Bu, sadece insan hakları savunucularına karşı olan bir durum değil. Türkiye’deki bütün muhaliflere yönelik bir durum. En başta da Kürt siyasal hareketi ve yasal ve meşru olarak siyaset yürüten siyasetçiler, seçilmiş belediye başkanları, aktivistler, aydın, yazar, sanatçı, sendikacı birçok kesim ne yazık ki bu politikadan olumsuz şekilde etkilendi.

‘Demirtaş ve Kavala davaları nedeniyle Adalet Bakanı istifa etmek zorunda kaldı’

Demirtaş ve Kavala davalarında uluslararası mahkeme kararlarının işlemediğini görüyoruz, peki yerel mahkemelerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?  Bu konuda maalesef Türkiye kendi üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin kararlarına uymuyor ve yine tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşme ekseninde yargı yetkisini tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da uymuyor. Bu oldukça vahim bir durum. Bu durum zaten bizim sürekli ifade ettiğimiz, yargı yoluyla baskı politikasının uygulandığının bir kanıtıdır. Eğer AİHM kararlarına ve AYM kararlarına uygun davranılsaydı, yargı yoluyla baskı politikası bu kadar ilerlemeyecek ve bu kadar bariz olmayacaktı. Ama Kavala ve Demirtaş davalarında AİHM Büyük Daire'nin verdiği kararların uygulanmaması ve Türkiye'deki yargının da bunları uygulayacak ‘cesareti’ gösterememesi durumu bu noktaya getirdi. Yani, normalde bunun için cesaretli olmaya gerek yok çünkü Anayasaya göre bu kararların mutlaka uygulanması gerekiyor. Ama bunu uygulayamayan yargının iktidarın denetimi altında olduğunu görüyoruz. Bu da Türkiye'de adalet kavramının çok örselendiğini, çok itibar kaybettiğini gösteriyor. Bir de şöyle ifade etmek gerekiyor bu iki davaya bakışta, iktidar içerisinde ciddi sıkıntı yaşanıyor. Adalet Bakanı istifa etmek zorunda kaldı. 2019'da bir Yargı Reformu Strateji belgesi açıkladılar. Şimdi bunu açıklıyorsanız orada AİHM kararlarına uymak zorundasınız. Bir yandan böyle bir belge açıklayacaksınız bir yandan bu kararlara uymayacaksınız. Bu kararların sağından solundan arkasından dolanacaksınız, mazeret uyduracaksınız. Yeniden reform yapma girişimleriniz hep sekteye uğrayacak. Bu zaten sürdürülemez bir noktaya gelmişti ve bakan bile dayanamayıp istifa etmek zorunda kaldı. İkinci olarak da AYM Başkanı sürekli olarak Türkiye'de adil yargılanma hakkı konusunda sorun yaşandığını, AYM kararlarının dikey ve yatay olarak uygulanmadığını belirtip, sürekli şikayet ediyor. Bu iki örnek Türkiye'nin durumunu özetliyor aslında.

‘Bakan Soylu, Barış Sürecine karşı olduğunu itiraf etti’

İHD Eş Genel Başkanı olarak Gare Operasyonu sonrası yaptığınız açıklamalar nedeniyle hakkınızda soruşturma başlatıldı ve yargılanacaksınız. Bu dava özelinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, davanın duyurulmasının ve izlenmesinin önüne geçeceği söyleniyor. Bu yasaklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?  Süleyman Soylu çok ilginç bir kişilik. Geçenlerde Sedat Peker'in kendisi ile ilgili dile getirdiği iddiaları bir televizyon kanalında yanıtlarken, Çözüm Süreci’nin sonlandırılması için elinden geleni yaptığını ve iktidarın o zaman bir yanlış içerisinde olduğunu ve AKP ve MHP ittifakının kurulması konusunda gayret gösterdiğini söyledi. Yani Süleyman Soylu, Barış Sürecine karşı olduğunu itiraf etmişti. Şimdi böyle birisi İçişleri Bakanı olursa elbette ki barıştan, insan hakları ve demokrasiden yana olan tüm kesimleri hedef alacağı açıktı. Bunu sürekli yapıyor kendisi. Bakan olduğu tarihten beri baroları, insan hakları örgütlerini, Kürt siyasetçileri, muhalif siyasi partileri, yani aslında rejime karşı olanlarla mevcut uygulamaları eleştiren herkesi hedef almıştı. Bu da ondan beklenilen bir şey fakat, mızrak çuvala sığmıyor. Sedat Peker isimli bir kişi çıktı, onunla ilgili öyle iddialarda bulundu ki normalde bu kişinin istifa etmesi gerekirdi, etmiyorsa bile cumhurbaşkanının bu kişiyi azletmesi gerekirdi. Hala bu süreç devam ediyor. Ben çok yakın bir gelecekte bir İçişleri Bakanlığı değişikliğinin olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bu kişinin hukuka aykırı uygulamaları oldukça yaygınlaştı, teşhir oldu. Kaldı ki biliyorsunuz, sayın Adalet Bakanının istifa etmesinin bir nedeni olarak da her iki bakanlık arasındaki uyumsuzluğu görüyorum. Eğer siz reform yapacaksınız bu reforma önce İçişleri Bakanlığının uyması gerekir. Ama benim yargılandığım davada gördük ki maalesef İçişleri Bakanına bağlı olan polis kolluğu adli kolluk görevi yapıyor ve daha baskın bir karaktere sahip. Adalet Bakanlığına bağlı savcılar daha pasif durumda. Savcıların daha pasif, emniyetin daha aktif olduğu bir ülkede de zaten isteseniz de reform falan yapamazsınız. Dolayısıyla bizim yıllardır savunduğumuz bağımsız adli kolluk kurulması fikri, benim yargılandığım davada da gerçekleşmiş oldu. Duruşmada da bunu anlatacağız. Soruşturmanın başlangıcı çok bambaşka bir konu. Hiç alakasız bir şekilde benimle ilgili bir iddianame hazırlamışlar. Bu da emniyetin istediği gibi davrandığını gösteriyor. Savcıların ne kadar pasif durumda olduğunu gösteriyor.

‘Bu başarısız operasyonun faturası, insan hakları örgütüne çıkarılamaz’

Hakkımdaki soruşturma, aslında Gare operasyonu sonrası yaptığım açıklamalar öncesinde, 2019 yılında başlamış. Onun başlama gerekçesini soruşturma dosyasında bulamıyoruz ama, tahminen alıkonulan asker ve polislerin kurtarılması ile ilgili İçişleri Bakanlığıyla aramızdaki görüş ayrılığının etkisi olduğunu düşünüyorum. Ama Gare'de yaşanan bu olaydan sonra biliyorsunuz 13 sivil yaşamını yitirmişti. Bunlardan 12'si alıkonulan askerler ve polisler idi. Biz bütün bu süreci kamuoyuyla paylaşmıştık. İçişleri Bakanı bundan rahatsız oldu. Çünkü, bütün muhalefet partileri bizim açıklamamıza itibar ettiler. Bu başarısız operasyonun faturasını insan hakları örgütüne çıkartmak hakikaten Türkiye'de olurdu yalnızca. Siz bir başarısız operasyon yapacaksınız, vatandaşlarınızı sağ salim kurtaramayacaksınız, sonra bunların sağ kurtarılabileceğini söyleyen insan hakları örgütünü de hedef göstereceksiniz. Bunun kendisi hem suçtur hem de siyasi skandaldır. Nihayet, cumhurbaşkanı o operasyonla ilgili siyasi sorumluluğu üstlenerek konuyu kapatmıştır. Ama İçişleri Bakanı Soylu rahat durmuyor ve bu şekilde hareketlerine devam ediyor. Bununla bağlantılı olduğunu herkes biliyor, açıklamalar yapmıştık, akabinde gelişen süreç, gözaltına alınmam ve hukuka aykırı bir biçimde davanın açılması İçişleri Bakanı’nın arkasında olduğunu gösteriyor. Tabi şunu söyleyeyim; bizler yargılanmaktan çekinen insanlar değiliz. Her zaman hakkımızda soruşturmalar açıldı, adliyeye gidip ifade verdik. Yine gideceğiz kendimizi savunacağız, çünkü herhangi bir suç işlediğimizi düşünmüyoruz. Ama ben inanıyorum, nasıl ki eskiden Mehmet Ağar yargılandıysa, bu İçişleri Bakanı da ileride yargılanacaktır. Bunun bir kaçışı olmayacaktır. Nasıl ki biz savcılara ifade verip yargılanıyorsak, sizler de bir zahmet bir gün gidip yargılanacaksınız. Herkes sırasını bekleyecek Türkiye'de ve sırası gelince de yargılanacak. Bunu söylemek gerekiyor. Birileri kendini devlet yerine koyuyor ama Türkiye devletini tanımıyorlar. Biz bu konuda çok tecrübeli bir insan hakları örgütüyüz. Biz 36 yıldır neler gördük neler. Mehmet Ağar'ın yargılanıp hüküm yediği bir ülkede herhalde hakkında bu kadar iddia olan İçişleri Bakanı da herhalde yargı önünde bir gün hesap verecektir.
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.