Arşiv

Yalnızlık Pandemisi 1: “Yüz telefon, bir sarılma etmiyor”

Yalnızlık Pandemisi 1: “Yüz telefon, bir sarılma etmiyor”
Burcu Karakaş
Başlarken…  Sessizce gidenler, sessizlikte kalanlar… Gizlilikle gömülenler, kayıplarıyla vedalaşamayanlar… Teselli bulamayanlar, teselli edemeyenler… Öpüşemeyenler, kucaklaşamayanlar… Yalnız kalanlar, aklı yalnızlarda kalanlar…  COVID-19 pandemisi nedeniyle hayatımızın orta yerine düşen “sosyal mesafe”, duygu durumlarımızı alt üst etti. Tokalaşmanın dahi mecburen rafa kalktığı bu günlerde, ruh ve akıl sağlığımız da imtihandan geçiyor. Her istediğimiz yerde bulunamıyor, her isteyene şifa olamıyoruz. Hepsinden ötesi, bu halin ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. Bu yazı dizisi, tarihe tanıklık etmenin yoruculuğunu paylaşmak fikrinden doğdu. Paylaştıkça hafifleyeceğimiz inancıyla…

“Ölüm herkesi tek başına yakalar; herkes yalnız ölür, demiştir Heidegger. Ama yaşayanların ölmekte olanlara eşlik etmesi zorunluluğu hakkında düşünecek uzun saatlerim oldu hastanelerde. Dünyanın en zor şeyidir bu, ama yapılması gereken şeyin bu olduğunu biliriz.” —Alphonso Lingis, Ortak Bir Şeyleri Olmayanların Ortaklığı

Turhan Kaya, o gün öğle saatlerinde hastaneye yürüyerek girdi. Birkaç gündür nefes almakta oldukça zorlanıyordu. Doktorlar, “Gece burada kalacak” dediler. Oğlu Theo’dan pijama getirmesini istedi. Oğul, babasının isteğini yerine getirdi. Nasılsa hastanede kısa bir süre kaldıktan sonra taburcu olacaktı. Beklediği gibi olmadı.   Beş gün sonra hastaneden gelen telefonla yoğun bakıma kaldırılacağını öğrendi. “Theo, niye bilmiyorum ama yoğun bakıma alınacakmışım. Sonra konuşuruz” dedi oğluna. Bu, son diyaloglarıydı. “Sonra” konuşamadılar. O günün ardından bilgi akışı bıçak gibi kesildi. Theo Kaya, sadece tanıdıkları aracılığıyla babasının sağlık durumu hakkında bilgi alabiliyordu. Hastaneye yatana kadar bilindik bir hastalığı yoktu. 69 yaşındaydı. Haftanın beş günü koşuyor, sıklıkla tenis oynuyordu.  COVID-19 şüphesi üzerine yapılan iki testin sonucu da negatif gelmişti. Günler geçiyor, oğlu iyileştiği haberin müjdelenmesini bekliyordu. Ancak günler geçtikçe umut değil, endişe ağır basmaya başladı. Theo artık kötü habere hazırlanma gayretindeydi. “Durumu iyiye gitmiyor” demeye başlamışlardı çünkü. Huzursuzluğu, günden güne artar olmuştu. O gün sabaha karşı telefon çaldı. Sesi titreyen bir hemşire, “Kalbi durdu” dedi. Turhan Kaya hastaneye yatışı yapıldıktan iki hafta sonra gözlerini sonsuza yummuştu. “Hastaneye gelin” dedi hemşire. Oğul, babasının birkaç arkadaşı ile hastaneye gitti. Eli ayağı tutmuyordu, yatıştırıcı verdiler. Hatırladığı bir sonraki kare, Çekmeköy Mezarlığı…  Bir listeden kontrol edilerek geçişine izin verilen arabalar. Tulumlu birkaç insan. Üç dakika süren bir dua. Yine tulumlu birkaç insan. Ve bir dozer. Bir çukur. Yok, aslında yüzlerce çukur…  Bir çukurun 10 metre ötesinde duruyor Theo. Ve babasının arkadaşları. Ve “Ayakta duramıyorum, kötüyüm. Desteğinize ihtiyacım var” dediği, o esnada, virüs, bulaşıcılık, temas ve benzerini hiç düşünmeden aradığı kendi arkadaşları. Tulumlu insanlarla beraber mezarlığın başında yaklaşık 10 kişiler.  Bir de uzaktan, gizliden fotoğraf çekmeye çalışan bir gazeteci. “O kadar hızlı gerçekleşti ki her şey, hiçbir şey anlamadım. Tokat üzerine tokat gibi biraz.” Theo’nun deyişiyle, kapalı oturum gibi bir cenazeydi. Babasının yüzlerce arkadaşı katılabilecekken törene, salgın nedeniyle sessiz sakin bir veda oldu. Ona en çok koyan da zaten, bu oldu. Bir de, kucaklaşamamanın çaresizliği. “Binlerce baş sağlığı mesajı aldım. Ama mesaj da bir yere kadar. Yüz telefon, bir sarılma etmez ya… Bundan çok eminim.” Babasının vefat haberini aldıktan beş saat sonra her şey bitmişti bile. Defin sonrası “gizli ve yasak” bir iş çevirmişler gibi hissetti. Bu günler geçsin de, bir tören yapacak elbette son bir kez göremeden gömdüğü babası için.  Vedalaşamama hissi peyda oldu bir an ama sonra düşündü ki; ölmekte olan biri ile vedalaşmak mümkün mü zaten? Babası yoğun bakımdayken onu hiç göremedi. Belki görme fırsatı olsa daha iyi olurdu. Bunu da düşündü. Ama bazı soruların cevabı yok.  Bu çok hızlı cenazede video da ses kaydı da yasaktı. Yassak! Fransa’daki annesi görüntülü arama ile orada “bulunmak” istemişti. Son bir kez. Yetkililer birden fazla kez bakmıştı Fransa ile bağlantı kuran akıllı telefona: “Video mu yoksa Facetime mı?” Video, çünkü, kesinlikle yasak. “Her şey şeffaf olsaydı herhangi bir yasak olur muydu?” Çıkışta kırmızı bir çöp torbası, mezarlığa girerken giyilmesi zorunlu maske ve eldivenlerin atılması için duruyor köşede. “Maske ve eldiveni çıkarmayın, burası sıkıntılı bölge.” Bir süredir sıkıntılı her şey. Bir süredir, çok garip her şey.  “Çok çok ama çok garip…”
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.