Arşiv

Yalnızlık Pandemisi 5: “Boş teneke gibiyim, inanılmaz çaresiz hissediyorum”

Yalnızlık Pandemisi 5: “Boş teneke gibiyim, inanılmaz çaresiz hissediyorum”
Burcu Karakaş
Sessizce gidenler, sessizlikte kalanlar… Gizlilikle gömülenler, kayıplarıyla vedalaşamayanlar… Teselli bulamayanlar, teselli edemeyenler… Öpüşemeyenler, kucaklaşamayanlar… Yalnız kalanlar, aklı yalnızlarda kalanlar…  COVID-19 pandemisi nedeniyle hayatımızın orta yerine düşen “sosyal mesafe”, duygu durumlarımızı alt üst etti. Tokalaşmanın dahi mecburen rafa kalktığı bu günlerde, ruh ve akıl sağlığımız da imtihandan geçiyor. Her istediğimiz yerde bulunamıyor, her isteyene şifa olamıyoruz. Hepsinden ötesi, bu halin ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. Bu yazı dizisi, tarihe tanıklık etmenin yoruculuğunu paylaşmak fikrinden doğdu. Paylaştıkça hafifleyeceğimiz inancıyla…

“Artık olmayan bir şeye rastlarsın, beklemediğin bir anda—bir tarlada yürürken kurumuş bir kuyuya düşmek gibi. Neden bilmiyorum ama böyle durumların çekiciliğine kapılıyorum. Orada olması gereken bir şey orada değildir, orada olması gereken bir kimse orada değildir. Ve hikâye, böyle başlar.” —Haruki Murakami

Betül Keleş, 11 yıldır Kanada’da yaşıyor. İzmit’te yaşayan anne ve babasını her yıl ziyaret ediyor. Her dönüş yolculuğunda, o kaçınılmaz sorular üşüşüyor: “Acaba son kere mi gördüm? Bir gün telefon gelirse ne olacak?” “O telefon” geldiğinde hangi arkadaşının onu havalimanından alacağını bile hesap etmişliği var Betül’ün. İki arkadaşının ismini kazımış aklına. Ancak hayat planlara göre yol almıyor çoğunlukla. “O telefon” geldikten sonra kimse havalimanından almadı onu. Çünkü Betül, pandemi günlerinde ansızın kaybettiği babası için Türkiye’ye gelemedi.  Betül, Kanada’da yalnız yaşayan bir kadın ve aslında halinden memnun. Ancak, her ebeveyn gibi biraz, uzun bir süre boyunca anne ve babası Türkiye’ye dönmesini istedi. Betül’ün iki kardeşi de kendisi gibi yurtdışında yaşıyor. “Hasretlikten yorulduk, gelin” telkinleri zaman içinde, “Ülkenin durumu belli, gelmeyin”e dönüyor. Pandemi günleri, “Namazın kazası olur ama yürüyüşün olmaz” diyen 70 yaşındaki babasını da eve hapsetmişti. Daha iki hafta önce “Dağda yürüsem olur mu” diye jandarmaya sormuş ama izin koparamamıştı. İzmit Yuvacık Barajı’nda yürüyüş yapmaya bayılırdı. Yakın zamanda bir arkadaşına, “Baraj gözümde tütüyor” demişti.  Betül, 11 Nisan’da ABD’de yaşayan ablasının “Ayaktaysanız beni arayın” mesajı ile aldı haberi. Görüntülü aradığı ablasının hüngür hüngür ağladığını görünce, “Hangisi” diye düşündü. Annesi mi? Babası mı?  “Öyle bir zamanda öldü ki, hiçbir çocuğu yerinden kıpırdayamadı.” Halbuki daha o sabah babasıyla konuşmuştu Betül. Annesiyle bahçedeydi, sağlıklıydı. Ağaçların arasındaydı, oradaydı. Yeşillerin içinde ceviz kırıyordu keyifle.  Kendisini aldığı haberin gerçekliğine inandırmaya çalışırken, ikinci haber geldi. Babası toprağa verilmişti bile. Cenazesine salgın nedeniyle bir avuç insan katılabildi.  “Beyin travması yaşamak gibi…” Aynı mahallede oturan en yakın arkadaşına mesaj attı. Arkadaşı kalktı, Betül’ün evine geldi. Sosyal mesafe korunarak oturdular beraber. O bir koltukta, Betül diğerinde... Sonra diğer arkadaşlarına da haber verdi çünkü elinden gelen tek şey buydu: Sevdiklerine, babasının vefatını haber vererek onlara babasıyla paylaştığı anları anlatmak yani. Geçenlerde Uber sürücüsüne de yol boyunca babasını anlatırken buldu kendi. Aracın arkasında kendi halinde söylenirken sürücünün bir anda, “Ne oldu? Biri mi öldü” diye sorması üzerine gelişmişti olaylar.  Hayatında kimsenin cenazesini kaçırmayan demir tüccarı Murat Keleş Beyefendi, bir eli yanağının altında, uykusunda ölmüştü. Kalp krizinden şüphe ettiler. Babası sitemle karışık, “Biz ölürsek hiç zahmet etmeyin. Sağlığımızda burada değilseniz, cenazemize gelmişsiniz gelmemişsiniz, çok fark etmez” diyen biriydi. Betül, bir gün genç yaşında ölen birinin gidişine üzüldüğünde ise babası teselli etmek için ona şöyle demişti: “Yaşlılar sıra sıra, gençler ara sıra…” Sıra demek ki ona gelmişti.   “Bir aydır kimseyle görüşmedik, sana sarılacağız” diye kucaklayanından, sosyal mesafeyi koruyarak bir geceyi onda geçiren ve bu sürede devamlı yerleri silenine, kapısına yemek bırakanından yürüyüşlerine eşlik edene, mahalledeki arkadaşları Betül’ü yalnız bırakmadı. “Ya Burcu, boş teneke gibiyim. İnanılmaz çaresiz hissediyorum. Önümde mezar olsa da gireyim…” Betül şimdi babasının memleketi Trabzon’a geziye gitmiş gibi hissediyor. Göz görmeyince bazen, insan inanmıyor. Her durumda, “En kötüsünü düşün” diyordu babası. Şu an en kötüsünü gördüğünü düşünüyor. Ve Betül en son Ocak ayında İzmit’te hasret giderdiği babasını, baharla beraber çiçeklenen ağaçlar altında bıraktığı, o yeşil bahçede ceviz kırdığı haliyle hatırlamak istiyor. * Bu yazı, “Bir cuma günü Toronto’dan hiç tanımadığım birine böyle bir mesaj yazacağımı söyleseler, ‘Ne alaka yahu’ derdim. Bu satırları size çok ani bir şekilde babasını kaybetmiş biri olarak yazıyorum. Theo Kaya ile ilgili yazınızı okudum, içime işledi” mesajı sonrası kaleme alınmıştır.
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.