Haberler

İtibarsızlaştırılmaya çalışılan bir mesleğin karesi

İtibarsızlaştırılmaya çalışılan bir mesleğin karesi

VEDAT ÖRÜÇ

Türkiye’de iktidarlar değişse de şaşmaz bir şekilde onların gadrine uğrayanlar arasında gazetecilerin yeri hep sabit olmuştur. İşkenceye maruz kaldılar, hapsedildiler. Akreditasyonları verilmedi, basın kartları ellerinden alındı, binaları bombalandı, devam ettiler. Öldürüldüler, hem de çokça… Önce Sabahattin Ali ile başladı. Musa Anter ve Uğur Mumcu ile devam etti. Katledilenler 10’ları, 20’leri geçti, korkmadılar. Gözaltına alındılar, filmlerine fotoğraflarına el konuldu, sahayı terk etmediler.  Bu aktardıklarımız, 90’lı yılların kısa bir özeti. Peki bugün fark var mı? Kesinlikle aynen devam. Günümüz iktidarı, gazeteciler üzerindeki baskıyı devam ettiriyor ve her geçen gün arttırıyor. Bu baskılar yetmez gibi üstüne üstlük medyaya, gazeteciliğe yönelik her türlü itibarsızlaştırma yöntemi sistematik hale getirilmiş durumda.  Geçtiğimiz günlerde bunun bir pratiğine şahit olduk. Libya'da hayatını kaybeden MİT görevlisinin cenaze törenini haber yapmaları sonrasında açılan davada MİT Kanunu'na aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle hapse mahkum edilen gazeteciler Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Ferhat Çetin, Hülya Kılınç ve Aydın Keser’in cezaları üst mahkeme tarafından onandı. Ferhat Çetin ve Aydın Keser yurt dışında oldukları için haklarında yakalama kararı çıkarıldı. Murat Ağırel ve Barış Pehlivan ise cezaevine götürüldüğü saatlerde benzer adli işlemler Manisa'da da yapıldı.  Aynı davada yargılanan ve hapis cezası alan Manisalı gazeteci Hülya Kılınç, adliye – hastane – cezaevi güzergahını takiben demir parmaklıklar arkasına konuldu bir salı günü.  Ağırel ve Pehlivan; gerek İstanbul'da yaşamaları, gerekse popüler gazeteci olmaları sebebiyle kalabalık bir gazeteci, siyasetçi ve hukukçu grubu eşliğinde cezaevine giderken, “taşrada” görev yapmasının şanssızlığından olsa gerek Kılınç, tam tersi tek başınaydı. Cezaevine giden süreçte Kılınç’ın yanında yalnızca polisler vardı.  Ne var ki Manisa'daki bu süreçte “onur kırıcı” bir durum yaşandığını daha sonra basına yansıyan bir kare sayesinde öğrendik.  Anadolu Ajansı'nın Manisa'dan gözaltı haberiyle ilgili servis ettiği fotoğraflara bakıldığında gazeteci Kılınç'a eşlik eden polis memurunun “ahlak polisi” olduğunu görüyorduk. Yetkililer, haber yaptığı gerekçesiyle yargılanıp cezaevine giren Kılınç'ın ahlak polisinin eşliğinde işlem görmesini uygun görmüştü anlaşılan. Ancak bu görüntülerin tepkilere neden olması ile birlikte sürecin farklı boyutları olduğu ortaya çıktı.  Kılınç'ın Anadolu Ajansı'nın haberinde belirtildiği gibi evinden alınmadığı, gazetecinin bilakis kendisinin adliyeye gelerek savcılığa teslim olduğu anlaşıldı. Ayrıca, Kılınç'ın adliyeye gelmesiyle birlikte aslında Manisa İl Emniyeti Terörle Mücadele Şubesinden (TEM) bir ekibin görevlendirildiği ortaya çıktı. 

Neden Ahlak Bürosundan bir polis memuru Kılınç’ın kolundaydı?

Kılınç’ın yaşadığı sürecin kronolojisi şu şekilde: Savcılığın hakkında kesinleşmiş hapis cezası bulunan bir kadın hükümlünün teslim olduğunu emniyete bildirmesiyle TEM Şubesinden bir ekip görevlendirildi. Ekip, adliyeye giderek sağlık kontrolünden geçmesi gereken Kılınç'ı hastaneye götürmek amacıyla tutanakla teslim aldı. Kılınç, TEM polisleri tarafından teslim alındıktan sonra, önce işlemleri için emniyet binasına daha sonra sağlık kontrolü için hastaneye götürüldü. Kontrollerin yapılmasının ardından tekrar emniyet binasına götürülerek burada başka tutuklular ile birlikte cezaevine teslim edilmek üzere bir süre bekletildi.  Buraya kadar olan süreç, görevli TEM şube polislerinin nezaretinde ilerledi. Ne var ki cezaevine götürülmek üzere yola çıkılmak üzere iken Kılınç’ın araca, diğer tutuklulardan önce ve yalnız götürülmesi istendi. Olayın nasıl yaşandığını Kılınç’a sorduğumuz şöyle anlatıyor: “‘Kalkıyoruz’ dediler. Polisler yanımızda mı değil mi ben çok dikkat etmedim, çünkü bu şekilde bir şeyler kurguladıklarını aklımın ucundan geçirmedim. ‘Kalkıyoruz’ deyince ben kapıya yöneldim. Cam kapı zaten, zemin kattaydı onların bürosu da. Karşımda Anadolu Ajansı’ndaki muhabirleri gördüm, tanıdım. Önce bir şaşırdım. Kendi kendime nasıl haberleri oldu dedim. Nasıl haberdar oldular, geldiler ve bekliyorlar? Fotoğraf çekecekler, kameraya alacaklar; tam ona göre hazırlanmışlar. Başka da hiç gazeteci yok. Ben onları böyle düşünürken koluma bir kadın polis girdi ama tabii yan tarafımdan geldiği için ben üniformasında ne var, ahlak yazıyor mu yazmıyor mu, hiç dikkat etmemiştim. Gideceğimizi söyledi. Biz kapıdan çıktık, Anadolu Ajansı muhabirleri fotoğraf almaya, kameraya çekmeye başladı. Biz arabaya gidene kadar sadece Anadolu Ajansı vardı. Arabaya birkaç adım kala diğer gazeteci arkadaşlar koşarak geldiler ama onlar pek fotoğraf alamadılar sanırım. Belki son anlarını, araca binerken falan çekebildiler, araca bindim ve gittik.”

‘Kadın kimliğim üzerinden beni ve mesleğimi itibarsızlaştırmak istediler’

Gazeteciler, gözaltı ve 189 günlük tutukluluk süreleri de göz önünde tutularak ve Covid-19 salgını tedbirleri nedeniyle düzenleme yapılan yeni infaz hükümleri kapsamında denetimli serbestlik şartıyla tahliye edildi. Ancak anlaşılacağı üzere MİT görevlisinin cenaze törenini ilk haberleştirdiği için faturanın ağır kısmı Kılınç’a kesilmek istendi. Kılınç, bu durumun ilk başta kasıtlı olduğunu düşünmediğini ve serbest bırakıldıktan sonra Anadolu Ajansı muhabirleri ile görüştüğünü söyledi. Muhabirlerin verdiği bilgiye göre talimat polis merkezinden gelmiş ve Hülya Kılınç ile bazı PKK'lilerin cezaevine götürülmek üzere Manisa Emniyetinde olduğu bilgisi verilmiş. Kılınç, muhabirlerin verdiği bilgilerin çelişkili olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Haberi yapan muhabir arkadaş, evden gözaltına alındığımı yazmıştı, halbuki ben kendim teslim oldum. Kendisine bu bilgiyi nereden öğrendiğini sordum ‘Şifahen öğrendim’ dedi.  Benim burada olduğumu da polislerin kendisine haber verdiğini söylüyor, ancak diğer gazeteci arkadaşların bundan haberi yokmuş. Peki, soralım; Benim içeriden çıkarken fotoğrafımın çekileceğini bilen bir polis yanıma neden ahlak polisini verir? Ya da araca neden yalnız yürümemi ister? Diğer muhabirlere burada olduğum neden haber verilmemiş? Bu fotoğrafların kasıtlı olarak çekildiğini ve bunun bilinçli olarak kurgulandığını düşüyorum. Amaçları, kadın kimliğim üzerinden mesleğimi ve beni itibarsızlaştırmak.”

‘Yasaklısın artık’

Gazetecilere olan güvenin yok edildiğini ifade eden Kılınç, MİT görevlisinin cenazesini haberleştirdiği için sadece yargının eliyle cezalandırılmadığını ve mesleğini savunmak için yönetiminde olduğu meslek cemiyetinden de azledildiğini söylüyor. Kılınç, gazetecilere her anlamda zarar verilmek istendiğini ve yalnızlaştırılarak yıpratılmaya çalışıldığını belirtiyor ve Manisa Gazeteciler Cemiyeti yönetimden neden azledildiğini şöyle anlatıyor: “Ben tutuklanmadan önce Manisa Gazeteciler Cemiyetinin yönetim kurulunda üyeydim. Geçtiğimiz 10 Aralık’ta olağan genel kurulda yönetimde olmadığımı öğrendim. Yönetimde neden olmadığımı sorduğumda ise ‘Öyle uygun görüldü, yasaklısın artık’ cevabını aldım.” Kılınç, her zaman gazeteciliğinin arkasında olduğunu ifade ederek sözlerine şu şekilde son verdi: “Bu şekilde cezalandırılmaktan utanç değil, onur duyarım. Ben gazeteciyim, hakikatı yazmakla görevliyim. Dün de yazıyordum, bugün de yazıyorum, yarın da yazacağım. Nazım’ın dediği gibi; ‘O duvar vız gelir bize’.”
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.