Haberler

Daphne’yi ve diğerlerini hatırlamak: Gazeteci cinayetleri insanlık suçudur

-

Özge Mumcu Aybars

Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu Aybars, bir sene önce bugün Malta’da katledilen Daphne Caruana Galizia için yazdı: Gazeteci cinayetleri insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına alınmalı

Hayatta belirli bir travmadan geçtikten ve çevrenizi bir örümcek ağı gibi saran girdaptan çıkınca, hayatınızı belirleyen kavramlar basitleşiyor, sadece kötülük ve iyilik kendini gösteriyor. Kötülük ve iyilik ancak ölümcül kriz anlarında anlaşılıyor. Kötüyle karşılaşınca, hayat size iyiyi de gösteriyor. Bu travmalardan çıkınca, hayatın, suikast gibi gizli operasyonlara dayanan bir sistemin “gri”lerinden ibaret olmadığını anlıyorsunuz.

Araştırmacı gazeteci Daphne Caruana Galizia, 16 Ekim 2017’de, Peugeot 108 marka otomobiline yerleştirilmiş çok kuvvetli bir bombanın patlamasıyla öldürüldü. Yanan arabayı ve olayı ilk gören, onunla beraber gazetecilik yapan oğullarından biri oldu. Daphne’nin üç oğlundan biri olan Matthew Caruana Galizia, “Patlayarak yanan arabayı gördüğümde, hayatımızın tamamen değiştiğini ve adalet arayışının artık hayatımızı belirleyecek olan travma olduğunu” beraber katıldığımız bir toplantıda ifade etti.

Daphne Caruana Galizia, 450 bin nüfuslu bir ülke olan Malta’da, her gün 300 bin kişinin takip ettiği kişisel gazeteci blogunda, Malta’nın sümen altına alınmaya çalışılan olaylarını inceliyordu. Yaptığı araştırmacı gazetecilik, siyasi ve popülist söylemler ile halkla ilişkiler çalışmalarının üstünü örttüğü, ardında dönen ticari ilişkilerin saklanmaya çalışıldığı, ortaya çıkarılması kuyumcu titizliği isteyen, gizli belgelerle örümcek ağı gibi örülen, kimi zaman görünür, kimi zamanda görünmeyen ilişkileri açığa çıkarmaktı.

Daphne Caruana Galizia neden hedef alındı?

Panama Papers üzerinde çalışan Daphne Caruana Galizia, AB üyesi de olan bir ülke olan Malta’daki- bir vergi cenneti haline dönüşen – offshore’un gizli yollarıyla farklı adalar üzerinden hesap gizleyerek maddi bir akışı gizlemeye çalışan şirketler ve o şirketlerin diğer ülkelerindeki gizli bağlantıları üzerine çalışıyordu.

Caruana Galizia, öldürülmeden önce, gazeteci arkadaşları tarafından yalnız bırakılmış, tehditler almaya başlamış ve meslektaşları tarafından “sakıncalı” bir gazeteci haline dönmüştü. Altı aydan uzun bir süre, Panama Papers’ın Malta bağlantılarını çalıştı. Öldürüldüğünde, Azerbaycan’ın Malta üzerinden para aklaması üzerine çalışıyordu.

Acı kardeşliği

Geçtiğimiz yıl, Daphne Caruana Galizia cinayet haberi, gecenin bir yarısı, twitter’da önüme ilk düştüğünde ve haberi okuduğumda, aklım bir anda beni 25 yıl öncesine götürdü. Araştırmacı gazeteci olan babam Uğur Mumcu, 25 yıl önce, en son yazısını yazmış, bir hasta ziyareti için evden çıkmış, ben evde kalmıştım, annem ise apartman kapısında bir bomba sesiyle duralamıştı. Babamın Renault 12’si, haberlerde gördüğümde tepetaklak olmuştu. Üstelik yıllar sonra mahkeme, hukuki bir gerekçeyi kullanarak, ailemize o enkaz halindeki arabayı geri verecekti.

O gün, elinde anahtar olmayan 11 yaşındaki ben, evden çıkamamıştım ve bir şekilde babamın başına kötü bir şeyler geldiğini hissetmiştim. Televizyona çıktığında telefonla gelen tehditler, yakınlarımızda yaşanan gazeteci cinayetleri ve şiddetli bir bomba sesi düşüncelerimi o yaştayken dahi pekiştirmişti. Hayatı boyunca iktidarlar, onların tarikatlarla olan maddi ilişkileri, terörizmin finansmanı, ardındaki şirketler ve ülkeleri araştıran, yolsuzluğa ilişkin binlerce yazı yazan, tarihi araştırma yapan, dava dosyalarıyla, ticari sicil gazeteleriyle, resmî gazetelerdeki değişikler üzerine titizlikle çalışan babam, arabanın altında iki metre çukur açan bir C-4 patlayıcıyla, 4 metrelik bir duvarın üzerinden karların arasına uçarak öldürülmüştü. Ardında, onun adına adalet aramayı amaçlayan bir aile, bir anne ve iki çocuk kalmıştı. Milyonlarca kişi cenazesinde yürümüş ve devletliler “vicdan sözü” vermişti. 25 yılın ardından, elimizde kalan, “Tevhid Selam” adı verilen, İran’da konuşlandığı belgelenen, İslamcı bir örgütün tetikçileri. Ancak iki yıl önce, “Tevhid Selam”ın “ideolojik” liderlerinden biri hükümete yakın bir gazetede yazmaya başladı. Bombayı koyan ise sözüm ona “kırmızı bülten” ile aranıyor. Aradan 25 yıl geçtikten sonra, ne emri gerçekten vereni biliyoruz ne de bombayı gerçekten kimin koyduğunu. Ama biz aile olarak yılmadık, araştırmacı gazeteciliği gelecek nesillere yaymak için çalışmaya devam ettik, adalet arayışımızı arkamızda asla bırakmadan. Babamın hayatını verdiği fikirler, bizim için bir çıkış kaynağı oldu; “Biz unutkan bir ulusuz. Unutuyoruz olup bitenleri. Unutuyoruz ve oğulları kızları ölen ana-babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.”

Hem unutmamak hem de unutturmamak için, öldürülenlere ve onların yakınlarına da kol kanat germek gerekli, birçok aile düşünsel ayrılıkları bir yana bırakarak aynılıklarda buluştu. Ve bizler, faili meçhul bırakılan aileler, Türkiye’de kendi hukuki davalarımızla uğraşırken, acılarımızı bağrımıza bastık.

Geçtiğimiz aylarda, kardeşi dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe, bir pusuda öldürülen gazeteci Musa Anter’in oğlu Dicle Anter, bir kurşunla öldürülen Hrant Dink, Cumartesi Anneleri’ni temsilen Maside Ocak ile bir bombalı saldırıda öldürülen Uğur Mumcu – yani babamın kızı olarak, kendimizi büyük bir ailenin parçası görerek, Daphne’nin oğlu Matthew Caruana Galizia ile bir panelde bir araya geldik. Kendi deneyimlerimizden çıkarak, aslen bir “AB ülkesi” olan Malta’daki bir araştırmacı gazeteci cinayetinin nasıl ele alınması gerektiğini, kendi deneyimlerimiz üzerinden aktardık. Kendi adıma, 25 yıllık yaramın aslında hala taze olduğunu görmek ve bir başka ailenin bu acıyı yaşadığını hissetmek duygusal olarak zordu. Ancak ailesinin yeni olan acısının yanında bizler “deneyimli” kaldık, ne garip bir duygu durumu olduğunu anlatmak çok güç. Ne garip uluslararası bir “acı kardeşliği”dir bu?

Daphne Caruana Galizia öldürüldüğünde 53 yaşındaydı, babam ise 51. Ardında eşini ve O’nun davasını ve adalet arayışını sürdürmeye çalışan üç erkek çocuk kaldı. Ölümünden bu yana bir yıl geçmesine ve Malta Hükümeti’nin verdiği çeşitli vicdan sözlerine rağmen, üç tetikçi dışında kimse bu cinayetin sorumlusu değil.

Gazeteci cinayetleri öncelikle toplumsal bir travmadır. Halkın haber alma özgürlüğü bir anda elinden alınır ve bu yolla “gerçeklerin peşinden giderek yanarsın” denilerek toplumun yüreğine bir korku salınır. Oysa haberin peşinden koşan gazeteci cesurdur ve toplumun gördüğünden bir adım ötesini görebilmiştir. Çünkü iyi bir gazeteci, eline geçen bilgiyi ağırlığınca değerlendirebilmiş ve toplumun her kesimine hitap edebilen bir kişidir. Daphne Caruana Galizia cinayeti, bugün çoğu insanın aldırmadığını düşündüğü “gerçek haber”in değerinin ne kadar önemli olduğunun da bir işareti. Bilgi hala değerli ve bilginin kamusallaşması hala bölgesel güçlerin bu etki altında ezildiğinin de bir işareti.

2017 ve 2018 yılları arasında, sadece AB ülkelerinde, Daphne Caruana Galizia’nın yanı sıra yolsuzlukla mücadele eden Slovakyalı gazeteci Jan Kuciak ile geçtiğimiz günlerde Bulgar gazeteci Victoria Marinova öldürüldü. Bu yazının yazıldığı sıralarda, İstanbul’un Suudi Konsolosluğunda kaybolan ve öldürüldüğü iddia edilen gazeteci Jamal Khaskhoggi’nin akıbeti belirsizdi.

Bugün, Malta, Slovakya ya da Bulgaristan Hükümetleri, katillerin kim olduğunun ve emri verenlerin kim olduğunun peşine düşmelidir. Bizlerin de, Türkiye’de gazetecileri ve gazetecileri savunanları “terörist” diye yaftalamak yerine, adaleti yeniden tesis etmeye çalışmamız gerektiği gibi.

Babamın öldürülmesinden 25 yıl sonra, grilik diye tanımlayacağım, ailelerin ve adalet arayışındakilerin üzerine örülen suçlamaları bertaraf eden, iyi ve kötü olana inanıyorum.

Bu gibi siyasi cinayetler, ekonomi-politik bir kutuplaşmanın son resmidir. Ve bu son resimden geriye sararak araştırmaya başlamak gerekir. Bu ekonomi-politik kutuplaşma bir siyasi cinayette resmedilir ve toplum içinde birçok insan “adil” olanın yanında durmaya doğru bir tavır alır. Bu adaletin peşindeki tavır, dünyanın birçok yerinde aynıdır ve bu nedenle de değerlidir. Bugün bu cinayet ve soruşturulamamasından almamız gereken ders, gazeteciliğe karşı saldırıların “insanlığa karşı suç” niteliğine girmesi ve “cezasızlık” kavramı üzerine, hem Avrupa Birliği’nde, Avrupa Parlamentosu’nda ve Avrupa Konseyi’nde hem de bağlı olarak ülkelerin yasalarındaki değişiklikler konusuna daha çok eğilmemiz gerektiğidir. Bu cinayetlerin, arkada kalan ailenin üzerine yıkılmaması gerektiği, bu cinayetlerin “insanlığa karşı suç” olarak sayılması gerektiğini ve ailelerin, çaresiz ve gözü yaşlı bırakılmaması gerektiğinin belki binlerce defa altını çizmek gerekiyor.

Ve de bu cesareti hatırlamak lazım, Daphne Caruana Galizia’nın sözleriyle: “Yapabildiğim müddetçe size istediğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz aklı selimliğin hakim olduğu bir vaha sunmayı sürdüreceğim. Ve asla unutmayın ki daha çok sayıda insanın yanlışı yalnızca sayıca fazla oldukları için doğru haline gelmez.”

Galizia, Kuciak ve Marinova Aileleri ve faili meçhul bırakılan tüm aileler adalet arayışını asla yarım bırakmamalıdır. Bugün yerel düzeyde, yarın uluslararası düzeyde bir diğer gün gazeteciliğin kutsallığı üzerine çalışmaya, hep beraber devam edebilmeliyiz.

Makaleyi babamın bana şiir gibi gelen ve 1975 yılından bugüne gelen sözleriyle son veriyorum.

“Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
Ey halkım unutma bizi…
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
Şimdi hep birlikteyiz
Ey halkım, unutma bizi…”