Çalıştayda AİHM’nin Selahattin Demirtaş ve Roboski katliamına yönelik kararları da ele alındı
Diyarbakır – Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin (MLSA) Diyarbakır Barosu’nun ev sahipliğinde, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Usulünde Önemli Noktalar ve Güncel Sorunlar” başlıklı çalıştayı AİHM’e Türkiye’den yapılan başvurularla ilgili önemli noktalar Roboski ile Demirtaş kararları ışığında tartışıldı.
Friedrich Naumann Vakfı’nın (FNST) desteğiyle düzenlenen çalıştay MLSA Eş-Direktörü Veysel Ok ve Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın’ın açılış konuşmaları ile başladı. Çalıştay MLSA ile Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) birlikte yürüttüğü bir proje çerçevesinde gerçekleşti.
200’e yakın avukatın katıldığı çalıştayda Strasbourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Profesör Symeon Karagiannis ve aynı fakülteden öğretim görevlisi olan Strasbourg Barosu üyesi Ümit Kılınç ile aynı barodan avukat Oleksandr Ovchynnykov sunum yaptı.
“Demirtaş kararı uzun vadede iyi bir karar değil”
Ok ve Aydın’ın açılış konuşmalarının ardından Ümit Kılınç, Mahkemenin yapısal özelliklerini anlatarak söze başladı.
AİHM’in Selahattin Demirtaş kararını da değerlendiren Kılınç, kararın kısa vadede iyi fakat uzun vadede güçsüz bir karar olduğunu anlattı. Kılınç, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 18. maddesinin ihlal edildiğine hükmeden kararın, bu yönüyle Türkiye’de bir ilk olması açısından çok olumlu, ama uzun vadede kötü bir karar. Çünkü kararda 5/1/c ihlali yok. Yani Mahkeme kararda, savcının ve sulh hakiminin ifadelerinden, mahkemenin tavrından yola çıkarak başvurucunun hürriyetten mahrum bırakılması için tarafsız bir gözlemciyi ‘makul şüphe’ olduğu konusunda ikna eder diyor” diye konuştu.
AİHS’nin 18. maddesi gerçekleşen bir tutukluluğun siyasi saiklerle yapılmasını yasaklarken, 5. madde hüküm öncesi tutukluluğun ancak makul şüphe öncesi gerçekleşmesine izin veriyor. Demirtaş kararına göre Mahkeme, tutukluluk için makul şüphe olduğuna hükmetmiş oluyor.
Gazeteci başvurularında çıkan kararlar
Kılınç, AİHM’in Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararlarının, makul şüphe olmadan tutukluluk bulunduğuna hükmettiği için Demirtaş kararına kıyasla uzun vadede daha kuvvetli olduklarını belirtti. Ek olarak, “İleride Alpay ve Altan hakkında mahkumiyet kararı verilirse AİHM, zaten ‘makul şüphe’ yoktu, hüküm vermek için bir gerekçe de olamaz diyecektir. Demirtaş kararında ise bu mümkün değil” dedi.
“Roboski kararında risk alınmamalıydı”
AİHM’in ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Roboski kararı hakkında yorum yaptı. Kılınç, “AYM Roboski kararını esastan incelememişti, esastan incelenmeyen bir dava, mahkemeye erişim hakkı öne sürülerek AİHM önüne taşınabilirdi. Fakat, bu da öne sürülmedi. Ben bu durumda önce avukatların iğneyi kendine batırması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Mahkemenin ciddi insan hakkı ihlallerinde formel şartlarını esnettiğini kabul eden Kılınç, “Fakat bu dava tarihsel bir sorumluluk taşıyordu. Dolayısıyla hem AYM hem de AİHM önünde, böyle bir risk kesinlikle alınmamalıydı” diye konuştu.
AİHM’de yetki bölgesi
İkinci oturumda sunum yapann Profesör Symeon Karagiannis AİHS’in dış ülkelerde nasıl uygulandığını tartıştı. Sözleşmenin ilk maddesinde kullanılan ‘jurisdiction’ (yargı/sorumluluk yetkisi/alanı) kavramını tartışan Karagiannis, bu doğrultuda AİHS’in Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerde de uygulanabileceğini belirtti.
Karagiannis’in ardından Strasbourg Barosu’ndan Avukat Oleksandr Ovchynnykov söz aldı ve AİHM kararlarının icrası üzerine konuştu. Mahkemenin Bakanlar Komitesi’ni genel olarak kimsenin bilmediğine dikkat çeken Ovchynnykov, bu birimde kararların nasıl değerlendirildiğini anlattı.
Çalıştayın son oturumunda, katılımcılar ve eğitimciler arasında deneyim aktarımı ve fikir alışverişi gerçekleşti. Mahkemenin yapısının güncel sorunlara etkin olarak yanıt verilmesine engel teşkil ettiği, ek protokollerle bu problemlerin önüne geçilmeye çalışılsa da bunun aslında sistemsel bir sorun olduğu ve ancak kökten değişikliklerle giderilebileceği konuşuldu.